Risale-i Nur

Risale-i Nur’da insan nedir, İnsan tanımı

Risale-i Nur'da insan tanımı; İnsan nedir? nasıl bir varlıktır? Risale-i Nurda insan; insan nedir, insanlar nedir kısaca, varlık olarak insan nedir, islama göre insan nedir

Risale-i Nur’da insan tanımı; İnsan nedir? nasıl bir varlıktır? Risale-i Nurda insan; insan nedir, insanlar nedir kısaca, varlık olarak insan nedir, İslam’a göre insan nedir?

Risale-i Nur gözüyle insan

Bu kainatın en şerefli mahluku olarak yaratılan insan hakkında “iki ayaklı hayvan” ve “düşünen hayvan” gibi utanç verici tarifleri görmemiz de mümkündür.

Felsefe tarihinin kurucuları olarak gösterilen Sokrat, Aristo ve Platon gibi isimlerinde insan için yaptığı tanımlar “İnsan” ı anlatmak konusunda çok sönük kalmıştır.

Risale-i Nur’da insan tanımı ve mahiyetini anlamakta Elbette Kuran’ı ve Efendimiz (SAV)’i anlamaktan geçiyor. İşte bu noktada Kuran’ın hakikatlerini ve Efendimiz (SAV)’in getirdiği nuru bize anlatan ve asrımızı bir güneş gibi aydınlatan Risale-i Nur insanı ve hayatı anlamada ufkumuzu aydınlatıyor.

Bediüzzaman’ın İnsan Tanımı;

Risale-i Nurda insan; insan nedir, insanlar nedir kısaca, varlık olarak insan nedir, İslama göre insan nedir

Risale-i Nur, “şu kâinat ağacının en son ve en cemiyetli meyvesi” ve “şu âlem-i kebirin bir misal-i musağğarı” olan insanı, bütün mahiyetiyle, camiyetiyle ve cihetleriyle ve nereden gelip, nereye gideceğini ve bu dünyadaki vazifelerini en mükemmel bir şekilde anlatmıştır.

Risale-i Nur’da insan Tanımı

Asa-yı Musa / Birinci Kısım / Meyve Risâlesi / Yedinci Mes’ele

Nasıl ki bir saatin saniyeleri ve dakikaları ve saatleri ve günleri sayan haftalık saatin milleri birbirine benzer, birbirini ispat eder. Saniyelerin hareketini gören,sair çarkların hareketlerini tasdik etmeye mecbur olur.

Aynen öyle de, semâvât ve arzın Hâlık-ı Zülcelâlinin bir saat-i ekberi olan bu dünyanın saniyelerini sayan günler ve dakikalarını hesap eden seneler ve saatlerini gösteren asırlar ve günlerini bildiren devirler birbirine benzer, birbirini ispat eder.

Ve bu gecenin sabahı ve bu kışın baharı kat’iyetinde fâni dünyanın karanlıklı kışının bâki bir baharı ve sermedî bir sabahı geleceğini hadsiz emârelerle haber verir diye, Hafîz ismi ile

هُوَ اْلاَوَّلُ وَاْلاٰخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ 

Hüvel Evvelü vel ahiru vezzahirü vel batın

(“O Evveldir, Âhirdir, Zâhirdir ve Bâtındır.” Hadîd Sûresi, 57:3.)

isimleri, biz Hâlıkımızdan sorduğumuz haşir meselesine, mezkûr hakikatle cevap veriyorlar.

Hem madem gözümüzle görüyoruz ve aklımızla anlıyoruz ki;

İnsan

şu kâinat ağacının en son ve en cemiyetli meyvesi, ve hakikat-ı Muhammediye aleyhissalâtü vesselâm cihetiyle çekirdek-i aslîsi,

Ve kâinat Kur’ân’ının âyet-i kübrası,

Ve İsm-i Âzamı taşıyan âyetü’l-kürsîsi,

Ve kâinat sarayının en mükerrem misafiri,

Ve o saraydaki sair sekenelerde tasarrufa mezun en faal memuru,

Ve kâinat şehrinin zemin mahallesinin bahçesinde ve tarlasında, varidat ve sarfiyatına ve zer’ ve ekilmesine nezarete memur,

Ve yüzer fenler ve binler san’atlarla teçhiz edilmiş en gürültülü ve mes’uliyetli nâzırı,

Ve kâinat ülkesinin arz memleketinde, Padişah-ı Ezel ve Ebedin gayet dikkat altında bir müfettişi, bir nevi halife-i arzı,

Ve cüz’î ve küllî harekâtı kaydedilen bir mutasarrıfı,

Ve semâ ve arz ve cibâlin kaldırmasından çekindikleri emanet-i kübrâyı omuzuna alan,

Ve önüne iki acip yol açılan, bir yolda zîhayatın en bedbahtı ve diğerinde en bahtiyarı,

Çok geniş bir ubudiyetle mükellef bir abd-i küllî,

Ve Kâinat Sultanının İsm-i Âzamına mazhar ve bütün esmâsına en câmi’ bir âyinesi, ve hitabât-ı Sübhâniyesine ve konuşmalarına en anlayışlı bir muhatab-ı hassı,

Ve kâinatın zîhayatları içinde en ziyade ihtiyaçlısı,

Ve hadsiz fakrıyla ve acziyle beraber hadsiz maksatları ve arzuları ve nihayetsiz düşmanları ve onu inciten zararlı şeyleri bulunan bir biçare zîhayatı,

Ve istidatça en zengini,

Ve lezzet-i hayat cihetinde en müteellimi ve lezzetleri dehşetli elemlerle âlûde,

Ve bekàya en ziyade müştak ve muhtaç ve en çok lâyık ve müstehak ve devamı ve saadet-i ebediyeyi hadsiz dualarla isteyen ve yalvaran ve bütün dünya lezzetleri ona verilse, onun bekàya karşı arzusunu tatmin etmeyen,

Ve ona ihsanlar eden Zâtı perestiş derecesinde seven ve sevdiren ve sevilen çok hârika bir mu’cize-i kudret-i Samedâniye ve bir acûbe-i hilkat,

Ve kâinatı içine alan ve ebede gitmek için yaratıldığına bütün cihazat-ı insaniyesi şehadet eden, böyle yirmi küllî hakikatlerle Cenâb-ı Hakkın Hak ismine bağlanan,·

Ve en küçük zîhayatın en cüz’î ihtiyacını gören ve niyazını işiten ve fiilen cevap veren Hafîz-i Zülcelâlin Hafîz ismiyle mütemadiyen amelleri kaydedilen ve kâinatı alâkadar edecek ef’âlleri o ismin kâtibîn-i kiramlarıyla yazılan ve her şeyden ziyade o ismin nazar-ı dikkatine mazhar bulunan bu insanlar, elbette ve elbette ve herhalde ve hiçbir şüphe getirmez ki, bu yirmi hakikatın hükmüyle, insanlar için bir haşir ve neşir olacak ve Hak ismiyle evvelki hizmetlerinin mükâfatını ve kusuratının mücâzâtını çekecek ve Hafîz ismiyle cüz’î-küllî kayd altına alınan her amelinden muhasebe ve sorguya çekilecek ve dâr-ı bekàda saadet-i ebediye ziyafetgâhının ve şekavet-i daime hapishanesinin kapıları açılacak ve bu âlemde çok tâifelere kumandanlık yapan ve karışan ve bazan karıştıran bir zabit, toprağa girip her amelinden sual olunmamak ve uyandırılmamak üzere yatıp saklanmayacaktır.

Yoksa, sineğin sesini işitip hakk-ı hayatını vermekle fiilen cevap verdiği halde, gök gürültüsü kuvvetinde bekàya ait hadsiz hukuk-u insaniyenin, mezkûr yirmi hakikatler lisanlarıyla edilen ve Arşı ve ferşi çınlatan dualarını işitmemek ve o hadsiz hukuku zayi etmek ve sinek kanadının intizamı şehadetiyle sinek kanadı kadar israf etmeyen bir hikmet, bütün o hakikatlerin bağlandıkları insanî istidadatı ve ebede uzanan emelleri ve arzuları ve o istidat ve arzuları besleyen kâinatın pek çok rabıtalarını ve hakikatlerini bütün bütün israf etmek öyle bir haksızlıktır ve imkân haricinde ve zâlimâne bir çirkinliktir ki, Hak ve Hafîz ve Hakîm ve Cemîl ve Rahîm isimlerine şehadet eden bütün mevcudât onu reddeder, “Yüz derece muhal ve bin vech ile mümtenidir” derler.

İşte biz Hâlıkımızdan haşre dair sorduğumuz suale Hak, Hafîz, Hakîm, Cemîl, Rahîm isimleri cevap verip derler:

“Biz hak ve hakikat olduğumuz gibi ve hem bize şehadet eden mevcudâtın tahakkuku misillü, haşir haktır ve muhakkaktır.”

Asa-yı Musa / Birinci Kısım / Meyve Risâlesi / Yedinci Mes’ele

“… mahiyet-i insaniye, şu kâinatın bir misal-i musağğarı olduğundan, adeta âlemde ne varsa insanda nümunesi vardır.”

Sözler, Yirmi İkinci Söz

Risale-i Nur’da insan

Ahsen-i takvim, yani en güzel, kıvamında yaratılan insanın “en evvel ve en büyük vazifesinin tesbih ve tahmid olduğunu”

belirten Risale-i Nur,

“insanın mahiyetine kudretten ehemmiyetli cihazat ve kaderden kıymetli programlar tevdi edildiğini” ve “insana verilen bütün cihazat-ı acibenin, bu ehemmiyetsiz hayat-ı dünyeviye için değil, belki pek ehemmiyetli bir hayat-ı bakiye için verildiğini” belirterek, bu noktada, böyle donanımlı bir insanın asli vazifesinin, “nihayetsiz makasıda müteveccih vezaifini görüp, acz ve fakr ve kusurunu ubudiyet suretinde ilan etmek ve külli nazarıyla mevcudatın tesbihatını müşahede ederek, şahadet etmek ve nimetler içinde imdadat-ı Rahmaniyeyi görüp şükretmek ve masnuatta kudret-i Rabbaniyenin mu’cizatını temaşa ederek nazar-ı ibretle tefekkür etmek” olduğuna dikkat çekmiştir.

Risale-i Nur, “İnsanın vazife ve mertebe noktasında, kâinatın dikkatli bir seyircisi, mevcudatın belağatlı bir lisan-ı natıkı (konuşan dili), kitab-ı âlemin anlayışlı bir mütalaacısı, tesbih eden mahlûkatın hayretli bir nazırı ve ibadet eden masnuatın hürmetli bir ustabaşısı hükmünde” ve “iman İslamiyet ve insaniyet cihetinde, abdiyeti içinde bir sultan, cüz’iyeti içinde bir külli, küçüklüğü içinde bir âlem” olduğunu ve “insanın sair zîhayatlar üstündeki tefevvuku (üstünlüğü) ve rütbesini ise, yüksek seciyeleri ve cem’iyetli istidatları ve külli ubudiyetleri ve geniş vücudi daireleri olarak nitelemiştir.”

Hem bir asker, hem bir memur, hem de bir yolcu olan ve yolculuğu “Sabavetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar devam eden insanın” “Allah’a karşı ubudiyet vazifesidir, terk-i kebair takvasıdır, nefis ve şeytanla uğraşması cihadıdır.”  Evet, “insan, nur-u iman ile alayıilliyyine çıkar, Cennete layık bir kıymet alır. Ve zulmet-i küfür ile esfel-i safiline düşer, cehenneme ehil olacak bir vaziyete girer”

“Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku. Yoksa hayvan ve câmid hükmünde insan olmak ihtimali var.”

Evet, bütün bu manaları ders veren ve insaniyet sırlarını keşfedip, açıklayan asrımızın rehberi hüviyetindeki Risale-i Nur’dan bütün insanların ve insanlığın mutlaka ders alması lazım ve elzemdir.

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Lütfen reklam engelleyiciyi devre dışı bırakarak bizi desteklemeyi düşünün