Kuran-ı Kerim

Şuarâ Suresi

Kuran-ı Kerim'in 26. suresi olan Şuarâ Suresi, Medine'de nazil olmuştur ve 227 ayettir. Şuarâ Suresi Anlamı, Arapça-Türkçe okunuşu ve Diyanet Meali

Kuran-ı Kerim’in 26. suresi olan Şuarâ Suresi, Medine’de nazil olmuştur ve 227 ayettir. Şuarâ Suresi Anlamı, Arapça-Türkçe okunuşu ve Diyanet Meali

Şuarâ Suresi, Mekke döneminde inmiştir. 227 âyettir. Sûre, adını 224. âyette geçen “eş-Şu’arâ” kelimesinden almıştır. “Şu’arâ” şairler demektir.

Şuarâ Suresi

Hakkında Kısa Bilgi

Sure adını, 224. ayetinde geçen ve “şairler” anlamına gelen “Şuarâ” kelimesinden almıştır. Müşrikler, Kur’an’ın bir şair tarafından meydana getirilmiş olduğunu iddia ediyorlardı. Bu surede, Hz. Peygamber’in öğretisi ile daha önceki peygamberlerin öğretilerinin özde birleştiği ve Kur’an’ın bir şair eseri olmadığı ispat edilerek, bu iddia çürütülmekte ve reddedilmektedir. Sure 227 ayettir. Mekke’de, Vâkı’a suresinden sonra inmiştir. 224, 225, 226, 227. ayetler (dört âyet), Medine’de inmiştir. Mushaftaki resmi sırası itibarıyla 26., iniş sırasına göre ise 47. suredir.

Şuara Suresi Türkçe Meali ve Fazileti

Şuarâ suresi çeşitli zarar ve ziyanlardan korunmak için sürekli okunmalıdır,

Allahü Teala’ya şirk koşmaktan, Cinsel anlamda oluşan dürtülerden, Her türlü sapkınlıktan , küfür ve kötü sözlerden arınmak için sure’nin 169. ayeti kerimesini çokca tekrar edin,

Allahü Teala’nın sevgisini, merhametini, hoşnutluğunu kazanmak için bolca zikredin.

Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:

Her kim şu’ara Suresini okursa, (Hazreti) Nuh (Aleyhisselam), (Hazreti) Hud (Aleyhisselam), (Hazreti) Salih (Aleyhisselam), (Hazreti) Şuayb (Aleyhisselam), (Hazreti) İbrahim (Aleyhisselam) ve (Hazreti) Muhammed (Sallallahuı Aleyhi ve Sellem)‘e iman edenlerin ve yalanlayanların sayısınca sevap verilir.

 

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ

Şuarâ Suresi Arapça, Latin Harfli Okunuşu Ve Türkçe Meali

Bismillâhirrahmânirrahîm

Besmele

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…

26/ŞUARÂ-1: Tâ, sin, mim.
Tâ, Sin, Mim.

26/ŞUARÂ-2: Tilke âyâtul kitâbil mubîn(mubîni).
Bunlar, Kitab-ı Mübin’in âyetleri’dir.

26/ŞUARÂ-3: Lealleke bâhıun nefseke ellâ yekûnû mu’minîn(mu’minîne).
Onlar mü’min olmuyorlar diye, neredeyse kendini helâk edeceksin.

26/ŞUARÂ-4: İn neşe’ nunezzil aleyhim mines semâi âyeten fe zallet a’nâkuhum lehâ hâdıîn(hâdıîne).
Eğer dileseydik gökten onlara âyet indirirdik. Böylece onların boyunlarını gölgelerdi de (hükmü altına alırdı da) ona itaat ederlerdi.

26/ŞUARÂ-5: Ve mâ ye’tîhim min zikrin miner rahmâni muhdesin illâ kânû anhu mu’ridîn(mu’ridîne).
Ve Rahmân’dan hiçbir yeni zikir (emir) gelmez ki, ondan yüz çevirmiş olmasınlar.

26/ŞUARÂ-6: Fe kad kezzebû fe seye’tîhim enbâu mâ kânû bihî yestehziûn(yestehziûne).
Böylece onlar yalanladılar. Fakat alay etmiş oldukları şeyin haberleri onlara yakında gelecek.

26/ŞUARÂ-7: E ve lem yerev ilel ardı kem enbetnâ fîhâ min kulli zevcin kerîm(kerîmin).
Onlar yeryüzünü görmediler mi? Orada çeşit çeşit çiftlerin hepsinden, nicelerini (nice bitkiler) yetiştirdik.

26/ŞUARÂ-8: İnne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
Muhakkak ki bunda elbette âyet vardır. Ve (fakat) onların çoğu mü’min olmadılar.

26/ŞUARÂ-9: Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm(rahîme).
Ve muhakkak ki senin Rabbin, elbette Azîz’dir (yüce), Rahîm’dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).

26/ŞUARÂ-10: Ve iz nâdâ rabbuke mûsâ eni’til kavmez zâlimîn(zâlimîne).
Ve Rabbin, Musa (A.S)’a zalimler kavmine gitmesi (için) nida etmişti.

26/ŞUARÂ-11: Kavme fir’avn(fir’avne), e lâ yettekûn(yettekûne).
Firavun kavmi (hâlâ) takva sahibi olmuyorlar mı?

26/ŞUARÂ-12: Kâle rabbi innî ehâfu en yukezzibûn(yukezzibûni).
(Musa A.S): “Rabbim, muhakkak ki ben, beni tekzip etmelerinden (yalanlamalarından) korkuyorum.” dedi.

26/ŞUARÂ-13: Ve yadîku sadrî ve lâ yentaliku lisânî fe ersil ilâ hârûn(hârûne).
Ve göğsüm daralıyor ve dilim dönmüyor. Bunun için Harun’a gönder.

26/ŞUARÂ-14: Ve lehum aleyye zenbun fe ehâfu en yaktulûn(yaktulûni).
Ve onlara göre ben, günahkârım. Bu yüzden beni öldürmelerinden korkuyorum.

26/ŞUARÂ-15: Kâle kellâ, fezhebâ bi âyâtinâ innâ meakum mustemiûn(mustemiûne).
(Allahû Tealâ): “Hayır, haydi âyetlerimizle (ikiniz birden) gidin! Muhakkak ki Biz, sizinle beraber işitenleriz.” dedi.

26/ŞUARÂ-16: Fe’tiyâ fir’avne fe kûlâ innâ resûlu rabbil âlemîn(âlemîne).
Haydi, firavuna (ikiniz) gidin ve böylece ona: “Muhakkak ki biz, âlemlerin Rabbinin resûlleriyiz.” deyin.

26/ŞUARÂ-17: En ersil meanâ benî isrâîl(isrâîle).
Benî İsrail’i (İsrailoğulları’nı) bizimle beraber gönder!

26/ŞUARÂ-18: Kâle e lem nurabbike fînâ velîden ve lebiste fînâ min umurike sinîn(sinîne).
“Seni biz çocukken, içimizde himaye edip yetiştirmedik mi? Ve ömrünün birçok yılında içimizde kalmadın mı?” dedi.

26/ŞUARÂ-19: Ve fealte fa’letekelletî fealte ve ente minel kâfirîn(kâfirîne).
Ve sen, yapacağın işi yaptın (cinayet işledin). Ve sen, kâfirlerdensin.

26/ŞUARÂ-20: Kâle fealtuhâ izen ve ene mined dâllîn(dâllîne).
Musa (A.S): “Onu yaptığım zaman ben, dalâlette olanlardandım.” dedi.

26/ŞUARÂ-21: Fe ferartu minkum lemmâ hıftukum fe vehebe lî rabbî hukmen ve cealenî minel murselîn(murselîne).
O zaman sizden korktuğumdan dolayı kaçtım. Fakat Rabbim, bana hikmet bağışladı. Ve beni, mürselinlerden (gönderilen elçilerden) kıldı.

26/ŞUARÂ-22: Ve tilke ni’metun temunnuhâ aleyye en abbedte benî isrâîl(isrâîle).
Ve bu bana lütufta bulunduğun ni’met, Benî İsrail’i (İsrailoğulları’nı) senin köle yapmandır.

26/ŞUARÂ-23: Kâle fir’avnu ve mâ rabbul âlemîn(âlemîne).
(Firavun): “Âlemlerin Rabbi nedir (ne demektir)?” dedi.

26/ŞUARÂ-24: Kâle rabbus semâvâti vel ardı ve mâ beynehumâ, in kuntum mûkınîn(mûkınîne).
(Musa A.S): “Eğer yakîn (hasıl ederek) inananlarsanız; (O), göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir.” dedi.

26/ŞUARÂ-25: Kâle li men havlehû e lâ testemiûn(testemiûne).
(Firavun) etrafındakilere: “İşitmiyor musunuz?” dedi.

26/ŞUARÂ-26: Kâle rabbukum ve rabbu âbâikumul evvelîn(evvelîne).
(Musa A.S): “Sizin ve sizden evvelki atalarınızın da Rabbidir.” dedi.

26/ŞUARÂ-27: Kâle inne resûlekumullezî ursile ileykum le mecnûn(mecnûnun).
(Firavun): “Muhakkak ki size gönderilmiş olan resûlünüz mutlaka mecnundur (delidir).” dedi.

26/ŞUARÂ-28: Kâle rabbul meşrıkı vel magribi ve mâ beynehumâ, in kuntum ta’kılûn(ta’kılûne).
(Musa A.S): “Eğer akletmiş olsanız, şarkın ve garbın (doğunun ve batının) ve ikisi arasındakilerin de Rabbidir.” dedi.

26/ŞUARÂ-29: Kâle leinittehazte ilâhen gayrî le ec’alenneke minel mescûnîn(mescûnîne).
(Firavun): “Eğer gerçekten benden başka bir ilâh edinirsen, seni mutlaka zindana atılanlardan kılarım.”

26/ŞUARÂ-30: Kâle e ve lev ci’tuke bi şey’in mubîn(mubînin).
(Musa A.S): “Sana apaçık bir şey getirsem de mi?” dedi.

26/ŞUARÂ-31: Kâle fe’ti bihî in kunte mines sâdikîn(sâdikîne).
(Firavun): “Öyleyse sen, sadıklardan (doğru söyleyenlerden) isen, onu getir.” dedi.

26/ŞUARÂ-32: Fe elkâ asâhu fe izâ hiye su’bânun mubîn(mubînun).
Bunun üzerine Musa (A.S) asasını attı. O zaman o, apaçık (gerçek) bir yılan oldu.

26/ŞUARÂ-33: Ve nezea yedehu fe izâ hiye beydâu lin nâzırîn(nâzırîne).
Ve elini çıkardı. İşte o zaman onu seyredenler için o, bembeyaz (nurlu) oldu.

26/ŞUARÂ-34: Kâle lil melei havlehû inne hâzâ le sâhırun alîm(alîmun).
(Firavun), etrafındaki ileri gelenlere: “Muhakkak ki bu, gerçekten bilgin bir sihirbazdır.” dedi.

26/ŞUARÂ-35: Yurîdu en yuhricekum min ardıkum bi sıhrihî fe mâzâ te’murûn(te’murûne).
Sizi sihri ile yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Bu taktirde ne emredersiniz?

26/ŞUARÂ-36: Kâlû ercih ve ehâhu veb’as fîl medâini hâşirîn(hâşirîne).
“Onu ve kardeşini beklet. Ve şehirlere toplayıcılar gönder!” dediler.

26/ŞUARÂ-37: Ye’tûke bi kulli sehhârin alîm(alîmin).
Bilgin (alîm) sihirbazların hepsini sana getirsinler.

26/ŞUARÂ-38: Fe cumias seharatu li mîkâti yevmin ma’lûm(ma’lûmin).
Böylece sihirbazlar, bilinen bir günün belli bir vaktinde biraraya getirildiler.

26/ŞUARÂ-39: Ve kîle lin nâsi hel entum muctemiûn(muctemiûne).
Ve insanlara: “Siz toplandınız mı?” denildi.

26/ŞUARÂ-40: Leallenâ nettebius seharate in kânû humul gâlibîn(gâlibîne).
Eğer onlar gâlip gelirlerse o zaman biz, sihirbazlara tâbî oluruz.

26/ŞUARÂ-41: Fe lemmâ câes seharatu kâlû li fir’avne e inne lenâ le ecran in kunnâ nahnul gâlibîn(gâlibîne).
Sihirbazlar, firavuna geldikleri zaman: “Eğer biz gâlip gelirsek, gerçekten bize mutlaka bir ecir (mükâfat) var mı?” dediler.

26/ŞUARÂ-42: Kâle neam ve innekum izen le minel mukarrabîn(mukarrabîne).
(Firavun): “Evet, muhakkak ki siz o zaman, (bana) yakınlardan olacaksınız.” dedi.

26/ŞUARÂ-43: Kâle lehum mûsâ elkû mâ entum mulkûn(mulkûne).
(Musa (A.S) onlara): “Atacağınız şeyi atın.” dedi.

26/ŞUARÂ-44: Fe elkav hıbâlehum ve ısıyyehum ve kâlû bi izzeti fir’avne innâ le nahnul gâlibûn(gâlibûne).
Böylece iplerini ve asalarını attılar. Ve “Firavunun izzeti için muhakkak ki gâlip gelenler elbette bizleriz.” dediler.

26/ŞUARÂ-45: Fe elkâ mûsâ asâhu fe izâ hiye telkafu mâ ye’fikûn(ye’fikûne).
Sonra Musa (A.S) asasını attı. İşte o zaman, o (Musa (A.S)’ın asası) onların uydurdukları şeyleri yutuyordu.

26/ŞUARÂ-46: Fe ulkıyes seharatu sâcidîn(sâcidîne).
Sihirbazlar hemen secde ederek yere kapandılar.

26/ŞUARÂ-47: Kâlû âmennâ bi rabbil âlemîn(âlemîne).
“Âlemlerin Rabbine îmân ettik.” dediler.

26/ŞUARÂ-48: Rabbi mûsâ ve hârûn(hârûne).
Musa (A.S) ve Harun (A.S)’ın Rabbine (îmân ettik).

26/ŞUARÂ-49: Kâle âmentum lehu kable en âzene lekum, innehu le kebîrukumullezî allemekumus sıhr(sıhra), fe le sevfe ta’lemûn(ta’lemûne), le ukattıanne eydiyekum ve erculekum min hılâfin ve le usallibennekum ecmaîn(ecmaîne).
(Firavun): “Benim size izin vermemden evvel, siz O’na îmân ettiniz. Muhakkak ki O, size sihri öğreten büyüğünüz (ustanız). Artık yakında elbette bileceksiniz. Ellerinizi ve ayaklarınızı mutlaka çaprazlama kestireceğim. Ve sizin hepinizi mutlaka astıracağım.” dedi.

26/ŞUARÂ-50: Kâlû lâ dayra innâ ilâ rabbinâ munkalibûn(munkalibûne).
“Önemli değil. Muhakkak ki biz, Rabbimize dönücüleriz (dönecek olanlarız).” dediler.

26/ŞUARÂ-51: İnnâ natmeu en yagfira lenâ rabbunâ hatâyânâ en kunnâ evvelel mu’minîn(mu’minîne).
Muhakkak ki biz, mü’minlerin ilki olduk diye Rabbimizin, hatalarımızı mağfiret etmesini umuyoruz (istiyoruz).

26/ŞUARÂ-52: Ve evhaynâ ilâ mûsâ en esri bi ıbâdî innekum muttebeûn(muttebeûne).
Ve Musa (A.S)’a “Kullarım ile gece yola çık. Muhakkak ki siz, takip edilecek olanlarsınız.” diye vahyettik.

26/ŞUARÂ-53: Fe ersele fir’avnu fîl medâini hâşirîn(hâşirîne).
Bunun üzerine firavun, şehirlere toplayıcılar gönderdi.

26/ŞUARÂ-54: İnne hâulâi le şirzimetun kalîlûn(kalîlûne).
Ve muhakkak ki bunlar, gerçekten (sayıları) az olan küçük bir grup.

26/ŞUARÂ-55: Ve innehum lenâ le gâizûn(gâizûne).
Ve muhakkak ki onlar, gerçekten bizi çok öfkelendiren (bize karşı çok öfke duyan) (bir toplum).

26/ŞUARÂ-56: Ve innâ le cemîun hâzirûn(hâzirûne).
Ve muhakkak ki biz, gerçekten sakınılan (korkulan) bir topluluğuz.

26/ŞUARÂ-57: Fe ahracnâhum min cennâtin ve uyûn(uyûnin).
Böylece Biz, onları (firavun ve kavmini) bahçelerden ve pınarlardan çıkardık.

26/ŞUARÂ-58: Ve kunûzin ve makâmin kerîm(kerîmin).
Ve hazinelerden ve kerim (ikram edilmiş, yüksek) makamlardan (çıkardık).

26/ŞUARÂ-59: Kezâlik(kezâlike), ve evresnâhâ benî isrâîl(isrâîle).
İşte böylece onlara (onların ülkesine), İsrailoğulları’nı varis kıldık.

26/ŞUARÂ-60: Fe etbeûhum muşrikîn(muşrikîne).
Böylece doğuya doğru (Kızıldeniz’e doğru), onların peşine düştüler.

26/ŞUARÂ-61: Fe lemmâ terâel cem’âni kâle ashâbu musâ innâ le mudrakûn(mudrakûne).
İki topluluk birbirini gördüğü zaman, Musa (A.S)’ın ashabı, “Gerçekten bize yetiştiler.” dediler.

26/ŞUARÂ-62: Kâle kellâ, inne maiye rabbî seyehdîn(seyehdîni).
(Musa A.S): “Hayır, muhakkak ki Rabbim benimle beraber, O, beni hidayete (kurtuluşa) ulaştıracaktır.” dedi.

26/ŞUARÂ-63: Fe evhaynâ ilâ mûsâ enıdrib bi asâkel bahr(bahra), fenfeleka fe kâne kullu firkın ket tavdil azîm(azîmi).
O zaman Musa (A.S)’a: “Asanı denize vur.” diye vahyettik. Hemen deniz infilâk etti (patlayarak yarıldı ve ikiye ayrıldı). Böylece her parça büyük ve yüksek dağ gibi oldu.

26/ŞUARÂ-64: Ve ezlefnâ semmel âharîn(âharîne).
Ve diğerlerini (de) oraya yaklaştırdık.

26/ŞUARÂ-65: Ve enceynâ mûsâ ve men meahû ecmaîn(ecmaîne).
Ve Musa (A.S)’ı ve onunla beraber olanların hepsini kurtardık.

26/ŞUARÂ-66: Summe agraknel âharîn(âharîne).
Sonra diğerlerini (denizde) boğduk.

26/ŞUARÂ-67: İnne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
Muhakkak ki bunda gerçekten âyet (ibret) vardır. (Fakat) onların çoğu mü’min olmadılar.

26/ŞUARÂ-68: Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm(rahîmu).
Ve muhakkak ki senin Rabbin, işte O, elbette Azîz’dir (yüce), Rahîm’dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).

26/ŞUARÂ-69: Vetlu aleyhim nebee ibrâhîm(ibrâhîme).
Ve onlara İbrâhîm (A.S)’ın haberini tilâvet et (oku)!

26/ŞUARÂ-70: İz kâle li ebîhi ve kavmihî mâ ta’budûn(ta’budûne).
Babasına ve onun kavmine: “Taptığınız şey nedir?” demişti.

26/ŞUARÂ-71: Kâlû na’budu asnâmen fe nezallu lehâ âkifîn(âkifîne).
“Biz putlara tapıyoruz. Böylece onlara devamlı ibadet edeceğiz.” dediler.

26/ŞUARÂ-72: Kâle hel yesmeûnekum iz ted’ûn(ted’ûne).
(İbrâhîm A.S): “Dua ettiğiniz zaman sizi işitiyorlar mı?” dedi.

26/ŞUARÂ-73: Ev yenfeûnekum ev yedurrûn(yedurrûne).
Yoksa size fayda veya zarar veriyorlar mı?

26/ŞUARÂ-74: Kâlû bel vecednâ âbâenâ kezâlike yef’alûn(yef’alûne).
“Hayır, babalarımızı böyle yapıyor (ibadet ediyor) bulduk.” dediler.

26/ŞUARÂ-75: Kâle e fe raeytum mâ kuntum ta’budûn(ta’budûne).
(İbrâhîm A.S): “Öyleyse taptığınız şeylerin ne olduğunu gördünüz mü?” dedi.

26/ŞUARÂ-76: Entum ve âbâukumul akdemûn(akdemûne).
Siz ve sizin, geçmişteki babalarınızın (taptığı şeyleri).

26/ŞUARÂ-77: Fe innehum aduvvun lî illâ rabbel âlemîn(âlemîne).
Muhakkak ki onlar, benim için düşmandır ama âlemlerin Rabbi hariç.

26/ŞUARÂ-78: Ellezî halakanî fe huve yehdîn(yehdîni).
Beni yaratan da hidayete erdiren de O’dur.

26/ŞUARÂ-79: Vellezî huve yut’ımunî ve yeskîn(yeskîni).
Ve beni yediren ve içiren, O’dur.

26/ŞUARÂ-80: Ve izâ maridtu fe huve yeşfîn(yeşfîni).
Ve hastalandığım zaman bana şifa veren, O’dur.

26/ŞUARÂ-81: Vellezî yumîtunî summe yuhyîn(yuhyîni).
Ve beni öldürecek, sonra (da) beni diriltecek olan, O’dur.

26/ŞUARÂ-82: Vellezî atmeu en yagfira lî hatîetî yevmed dîn(dîni).
Ve dîn günü, benim hatalarımı mağfiret etmesini umduğum da O’dur.

26/ŞUARÂ-83: Rabbi heb lî hukmen ve elhıknî bis sâlihîn(sâlihîne).
Rabbim bana hikmet bağışla ve beni salihlere dahil et.

26/ŞUARÂ-84: Vec’al lî lisâne sıdkın fîl âhırîn(âhırîne).
Ve beni, sonrakilerin lisanlarında sadık kıl (sonraki nesiller arasında benim anılmamı sağla).

26/ŞUARÂ-85: Vec’alnî min veraseti cennetin naîm(naîmi).
Ve beni, ni’metlendirilmiş cennetlerinin varislerinden kıl.

26/ŞUARÂ-86: Vagfir li ebî innehu kâne mined dâllîn(dâllîne).
Ve babamı mağfiret et, muhakkak ki o dalâlette kalanlardan oldu.

26/ŞUARÂ-87: Ve lâ tuhzinî yevme yûb’asûn(yûb’asûne).
Ve beas günü (yeniden dirilme günü, kıyâmet günü) beni mahzun etme.

26/ŞUARÂ-88: Yevme lâ yenfau mâlun ve lâ benûn(benûne).
Çocukların ve malın fayda vermediği gün (beni utandırma).

26/ŞUARÂ-89: İllâ men etâllâhe bi kalbin selîm(selîmin).
Allah’a selîm (selâmete ermiş) kalple gelenler hariç.

26/ŞUARÂ-90: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîn(muttekîne).
Ve cennet, takva sahiplerine yaklaştırıldı.

26/ŞUARÂ-91: Ve burrizetil cahîmu lil gâvîn(gâvîne).
Ve cehennem azgınlara (azgınlar için) bariz olarak gösterildi.

26/ŞUARÂ-92: Ve kîle lehum eyne mâ kuntum ta’budûn(ta’budûne).
Ve onlara: “Tapmakta olduğunuz şeyler nerede?” denildi.

26/ŞUARÂ-93: Min dûnillâh(dûnillâhi), hel yensurûnekum ev yentesırûn(yentesırûne).
Allah’tan başka (ilâhlarınız) size yardım ediyorlar mı (edebiliyorlar mı) veya kendilerine yardım edebiliyorlar mı?

26/ŞUARÂ-94: Fe kubkıbû fîhâ hum vel gâvun(gâvune).
Onlar (putperestler) ve azgınlar, oraya (cehenneme) yüzüstü (burunları yere sürtünerek) atılırlar.

26/ŞUARÂ-95: Ve cunûdu iblîse ecmeûn(ecmeûne).
Ve iblisin ordularının hepsi.

26/ŞUARÂ-96: Kâlû ve hum fîhâ yahtesımûn(yahtesımûne).
Onlar (taptıkları şeyler ve onlara tapanlar) orada hasım olarak (düşmanca çekişerek) dediler ki…

26/ŞUARÂ-97: Tallâhi in kunnâ le fî dalâlin mubîn(mubînin).
Allah’a yemin olsun ki, biz mutlaka apaçık bir dalâlet içindeydik.

26/ŞUARÂ-98: İz nusevvîkum bi rabbil âlemîn(âlemîne).
Âlemlerin Rabbi ile sizi (putları) bir tutuyorduk.

26/ŞUARÂ-99: Ve mâ edallenâ illel mucrimûn(mucrimûne).
Ve bizi mücrimlerden (hidayete mani olanlardan) başkası dalâlette bırakmadı.

26/ŞUARÂ-100: Fe mâ lenâ min şâfiîn(şâfiîne).
Artık bizim için bir şefaatçi yoktur.

26/ŞUARÂ-101: Ve lâ sadîkın hamîm(hamîmin).
Ve (bizim için) sadık bir dost yoktur.

26/ŞUARÂ-102: Fe lev enne lenâ kerraten fe nekûne minel mu’minîn(mu’minîne).
Bizim için keşke bir kere daha (dünyaya dönüş) olsaydı, o zaman biz mü’minlerden olurduk.

26/ŞUARÂ-103: İnne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
Muhakkak ki bunda elbette bir âyet (ibret) vardır. Fakat onların çoğu (buna rağmen) mü’min olmadılar.

26/ŞUARÂ-104: Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm(rahîmu).
Ve muhakkak ki senin Rabbin, O, Azîz’dir (yüce), Rahîm’dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).

26/ŞUARÂ-105: Kezzebet kavmu nûhınil murselîn(murselîne).
Nuh’un kavmi, mürselinleri (resûlleri) tekzip ettiler (yalanladılar).

26/ŞUARÂ-106: İz kâle lehum ehûhum nûhun e lâ tettekûn(tettekûne).
Onların kardeşi Nuh (A.S) onlara: “Takva sahibi olmuyor musunuz?” demişti.

26/ŞUARÂ-107: İnnî lekum resûlun emîn(emînun).
Muhakkak ki ben, sizin için emin bir resûlüm.

26/ŞUARÂ-108: Fettekûllâhe ve etîûn(etîûni).
Öyleyse Allah’a karşı takva sahibi olun (Allah’a ulaşmayı dileyin). Ve bana itaat edin.

26/ŞUARÂ-109: Ve mâ es’elukum aleyhi min ecr(ecrin), in ecriye illâ alâ rabbil âlemîn(âlemîne).
Ve ona (tebliğe) karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim sadece âlemlerin Rabbine aittir.

26/ŞUARÂ-110: Fettekûllâhe ve etîûn(etîûni).
Öyleyse Allah’a karşı takva sahibi olun (Allah’a ulaşmayı dileyin). Ve bana itaat edin.

26/ŞUARÂ-111: Kâlû e nu’minu leke vettebeakel erzelûn(erzelûne).
“Sana en basit insanlar tâbî olduğuna göre, biz (de) mi sana inanalım?” dediler.

26/ŞUARÂ-112: Kâle ve mâ ilmî bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
“Onların yapmış oldukları şey hakkında benim ilmim (bilgim) yoktur.” dedi.

26/ŞUARÂ-113: İn hısâbuhum illâ alâ rabbî lev teş’urûn(teş’urûne).
Onların hesabı, sadece Rabbime aittir, keşke farkında olsanız.

26/ŞUARÂ-114: Ve mâ ene bi târidil mu’minîn(mu’minîne).
Ve ben mü’minleri tardedici (kovacak) değilim.

26/ŞUARÂ-115: İn ene illâ nezîrun mubîn(mubînun).
Ben sadece apaçık bir nezirim (uyarıcıyım).

26/ŞUARÂ-116: Kâlû le in lem tentehi yâ nûhule tekûnenne minel mercûmîn(mercûmîne).
Dediler ki: “Ey Nuh! Eğer sen, gerçekten (bizi uyarmaktan) vazgeçmezsen, sen mutlaka taşlananlardan olacaksın.”

26/ŞUARÂ-117: Kâle rabbi inne kavmî kezzebûn(kezzebûni).
Nuh (A.S): “Rabbim, muhakkak ki kavmim beni tekzip etti (yalanladı).” dedi.

26/ŞUARÂ-118: Feftah beynî ve beynehum fethan ve neccinî ve men maiye minel mu’minîn(mu’minîne).
Bu durumda benimle onların arasını öyle bir açışla aç ki (ve böylece) beni ve mü’minlerden benimle beraber olanları kurtar.

26/ŞUARÂ-119: Fe enceynâhu ve men meahu fîl fulkil meşhûn(meşhûni).
Böylece onu ve onunla beraber olanları, dolu bir gemi içinde kurtardık.

26/ŞUARÂ-120: Summe agraknâ ba’dul bâkîn(bâkîne).
Sonra Biz, (onların) arkasında kalanları (gemiye binmeyenleri) boğduk.

26/ŞUARÂ-121: İnne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
Muhakkak ki bunda mutlaka bir âyet (ibret) vardır. Ve onların çoğu mü’min olmadılar (Allah’a ulaşmayı dilemediler).

26/ŞUARÂ-122: Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm(rahîmu).
Ve muhakkak ki senin Rabbin, elbette O, Azîz’dir (yüce), Rahîm’dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).

26/ŞUARÂ-123: Kezzebet âdunil murselîn(murselîne).
Ad kavmi, mürselini (gönderilen resûlleri) tekzip etti (yalanladı).

26/ŞUARÂ-124: İz kâle lehum ehûhum hûdun e lâ tettekûn(tettekûne).
Onların kardeşi Hud (A.S) onlara: “Siz takva sahibi olmayacak mısınız (Allah’a ulaşmayı dilemeyecek misiniz)?” demişti.

26/ŞUARÂ-125: İnnî lekum resûlun emîn(emînun).
Muhakkak ki ben, sizin için emin bir resûlüm.

26/ŞUARÂ-126: Fettekullâhe ve etîûn(etîûni).
Öyleyse Allah’a karşı takva sahibi olun (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve bana itaat edin (bana tâbî olun).

26/ŞUARÂ-127: Ve mâ es’elukum aleyhi min ecr(ecrin), in ecriye illâ alâ rabbil âlemîn(âlemîne).
Ve ona (tebliğime) karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim sadece âlemlerin Rabbine aittir.

26/ŞUARÂ-128: E tebnûne bi kulli rîın âyeten ta’besûn(ta’besûne).
Bütün yüksek tepelere, âyet (eserler) bina ederek abesle mi iştigal (boşuna mı uğraşıyorsunuz) ediyorsunuz?

26/ŞUARÂ-129: Ve tettehızûne mesânia leallekum tahludûn(tahludûne).
Ve (bu dünyada) ebedî kalacağınızı umarak, yapıtlar ediniyorsunuz.

26/ŞUARÂ-130: Ve izâ betaştum betaştum cebbârîn(cebbârîne).
Ve yakaladığınız zaman cebirle (zorbalıkla) yakaladınız (zulmettiniz).

26/ŞUARÂ-131: Fettekullâhe ve etîûn(etîûni).
Öyleyse Allah’a karşı takva sahibi olun (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve bana itaat edin (bana tâbî olun).

26/ŞUARÂ-132: Vettekûllezî emeddekum bimâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Ve bildiğiniz (sizlere öğrettiği) şeylerle size yardım eden (Allah’a) karşı takva sahibi olun (Allah’a ulaşmayı dileyin).

26/ŞUARÂ-133: Emeddekum bi en’âmin ve benîn(benîne).
Size hayvanlar ve oğullarla yardım etti.

26/ŞUARÂ-134: Ve cennâtin ve uyûn(uyûnin).
Ve bahçelerle ve pınarlarla…

26/ŞUARÂ-135: İnnî ehâfu aleykum azâbe yevmin azîm(azîmin).
Muhakkak ki ben, azîm günün (kıyâmet gününün) azabının sizin üzerinize olmasından korkarım.

26/ŞUARÂ-136: Kâlû sevâun aleynâ e vaazte em lem tekun minel vâızîn(vâızîne).
“Sen, bize vaazetsen de veya vaazedenlerden olmasan da bizim için eşittir.” dediler.

26/ŞUARÂ-137: İn hâzâ illâ hulukul evvelîn(evvelîne).
Bu ancak evvelkilerin hulûkundan (yaratmalarından, uydurmalarından) başka bir şey değildir.

26/ŞUARÂ-138: Ve mâ nahnu bi muazzebîn(muazzebîne).
Ve biz azaplandırılacak değiliz.

26/ŞUARÂ-139: Fe kezzebûhu fe ehleknâhum, inne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
Böylece onu tekzip ettiler (yalanladılar). Biz de bu sebeple onları helâk ettik. Muhakkak ki bunda mutlaka bir âyet (ibret) vardır. Ve onların çoğu, mü’min olmadılar (Allah’a ulaşmayı dilemediler).

26/ŞUARÂ-140: Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm(rahîmu).
Ve muhakkak ki senin Rabbin, elbette O, Azîz’dir (yüce), Rahîm’dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).

26/ŞUARÂ-141: Kezzebet semûdul murselîn(murselîne).
Semud (kavmi) de mürselini (resûlleri) tekzip etti (yalanladı).

26/ŞUARÂ-142: İz kâle lehum ehûhum sâlihun e lâ tettekûn(tettekûne).
Onların kardeşi Salih (A.S) da onlara: “Siz takva sahibi olmayacak mısınız (Allah’a ulaşmayı dilemeyecek misiniz)?” demişti.

26/ŞUARÂ-143: İnnî lekum resûlun emîn(emînun).
Muhakkak ki ben, sizin için emin bir resûlüm.

26/ŞUARÂ-144: Fettekullâhe ve etîûn(etîûni).
Öyleyse Allah’a karşı takva sahibi olun (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve bana itaat edin (bana tâbî olun).

26/ŞUARÂ-145: Ve mâ es’elukum aleyhi min ecr(ecrin), in ecriye illâ alâ rabbil âlemîn(âlemîne).
Ve ona (tebliğime) karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim sadece âlemlerin Rabbine aittir.

26/ŞUARÂ-146: E tutrakûne fî mâ hâhunâ âminîn(âminîne).
Siz, burada bulunduğunuz yerde emin olarak bırakılacak mısınız?

26/ŞUARÂ-147: Fî cennâtin ve uyûn(uyûnin).
Bahçelerde ve pınarlarda…

26/ŞUARÂ-148: Ve zurûın ve nahlin tal’uhâ hedîm(hedîmun).
Ve ekinler, çiçekleri açılmış hurmalıklar…

26/ŞUARÂ-149: Ve tenhıtûne minel cibâli buyûten fârihîn(fârihîne).
Ve dağlardan maharetle evler oyuyorsunuz (yontuyorsunuz).

26/ŞUARÂ-150: Fettekullâhe ve etîûn(etîûni).
Öyleyse Allah’a karşı takva sahibi olun (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve bana itaat edin (bana tâbî olun).

26/ŞUARÂ-151: Ve lâ tutîû emral musrifîn(musrifîne).
Ve müsriflerin (haddi aşanların) emrine itaat etmeyin.

26/ŞUARÂ-152: Ellezîne yufsidûne fîl ardı ve lâ yuslihûn(yuslihûne).
Onlar (müsrifler), yeryüzünde fesat çıkarırlar ve ıslâh etmezler.

26/ŞUARÂ-153: Kâlû innemâ ente minel musahharîn(musahharîne).
“Sen, sadece büyülenenlerdensin.” dediler.

26/ŞUARÂ-154: Mâ ente illâ beşerun mislunâ, fe’ti bi âyetin in kunte mines sâdikîn(sâdikîne).
Sen, bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsin. Öyleyse eğer sen, sadıklardan isen bize bir âyet (mucize) getir.

26/ŞUARÂ-155: Kâle hâzihî nâkatun lehâ şirbun ve lekum şirbu yevmin ma’lûm(ma’lûmin).
(Salih A.S): “İşte bu dişi deve. Su içme hakkı onun. Bilinen (belirlenen) gün(ler)de de su içme hakkı sizin.” dedi.

26/ŞUARÂ-156: Ve lâ temessûhâ bi sûin fe ye’huzekum azâbu yevmin azîm(azîmin).
Ve ona kötülükle dokunmayın. (Dokunursanız) o zaman büyük günün azabı sizi alır (yakalar).

26/ŞUARÂ-157: Fe akarûhâ fe asbahû nâdimîn(nâdimîne).
Buna rağmen onu kestiler. Sonra da pişman oldular.

26/ŞUARÂ-158: Fe ehazehumul azâb(azâbu), inne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
Böylece onları azap aldı (yakaladı). Muhakkak ki bunda mutlaka bir âyet (ibret) vardır. Ve onların çoğu mü’min olmadılar (Allah’a ulaşmayı dilemediler).

26/ŞUARÂ-159: Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm(rahîmu).
Ve muhakkak ki senin Rabbin, elbette O, Azîz’dir (yüce), Rahîm’dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).

26/ŞUARÂ-160: Kezzebet kavmu lûtınil murselîn(murselîne).
Lut (A.S)’ın kavmi (de) mürselini (resûlleri) tekzip etti (yalanladı).

26/ŞUARÂ-161: İz kâle lehum ehûhum lûtun e lâ tettekûn(tettekûne).
Onların kardeşi Lut (A.S) da onlara: “Siz takva sahibi olmayacak mısınız (Allah’a ulaşmayı dilemeyecek misiniz)?” demişti.

26/ŞUARÂ-162: İnnî lekum resûlun emîn(emînun).
Muhakkak ki ben, sizin için emin bir resûlüm.

26/ŞUARÂ-163: Fettekullâhe ve etîûn(etîûni).
Öyleyse Allah’a karşı takva sahibi olun (Allah’a ulaşmayı dileyin). Ve bana itaat edin (bana tâbî olun).

26/ŞUARÂ-164: Ve mâ es’elukum aleyhi min ecr(ecrin), in ecriye illâ alâ rabbil âlemîn(âlemîne).
Ve ona (tebliğime) karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim sadece âlemlerin Rabbine aittir.

26/ŞUARÂ-165: E te’tûnez zukrâne minel âlemîn(âlemîne).
Siz âlemlerden (insanlardan) erkeklere mi gidiyorsunuz (yaklaşıyorsunuz)?

26/ŞUARÂ-166: Ve tezerûne mâ halaka lekum rabbukum min ezvâcikum, bel entum kavmun âdûn(âdûne).
Ve Rabbinizin sizin için yarattığı zevcelerinizi (eşleriniz olan kadınlarınızı) bırakıyorsunuz. Hayır, siz azgın (haddi aşan) bir kavimsiniz.

26/ŞUARÂ-167: Kâlû le in lem tentehi yâ lûtu le tekûnenne minel muhracîn(muhracîne).
“Ey Lut! Eğer gerçekten sen, (bizi uyarmaktan) vazgeçmezsen, sen mutlaka (yurdundan) ihraç edilenlerden (çıkarılanlardan, kovulanlardan) olacaksın.” dediler.

26/ŞUARÂ-168: Kâle innî li amelikum minel kâlîn(kâlîne).
“Muhakkak ki ben, sizin amellerinize şiddetle buğzedenlerdenim (kızanlardan, tiksinenlerdenim).” dedi.

26/ŞUARÂ-169: Rabbi neccinî ve ehlî mimmâ ya’melûn(ya’melûne).
Rabbim, beni ve ehlimi (ailemi ve bana tâbî olanları), onların yaptıklarından kurtar.

26/ŞUARÂ-170: Fe necceynâhu ve ehlehû ecmaîn(ecmaîne).
Bunun üzerine Biz de onu ve ehlini (ailesini ve ona tâbî olanları), hepsini kurtardık.

26/ŞUARÂ-171: İllâ acûzen fîl gâbirîn(gâbirîne).
Geride kalanların içinde bir ihtiyar kadın (Lut (A.S)’ın hanımı) hariç.

26/ŞUARÂ-172: Summe demmernel âharîn(âharîne).
Sonra diğerlerini dumura uğrattık (nesillerini sona erdirdik).

26/ŞUARÂ-173: Ve emtarnâ aleyhim matara(mataran), fe sâe matarul munzerîn(munzerîne).
Ve onların üzerine yağmur yağdırdık. İşte bu uyarılanların yağmuru, çok kötü idi.

26/ŞUARÂ-174: İnne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
Muhakkak ki bunda mutlaka bir âyet (ibret) vardır. Ve onların çoğu mü’min olmadılar (Allah’a ulaşmayı dilemediler).

26/ŞUARÂ-175: Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm(rahîmu).
Ve muhakkak ki senin Rabbin, elbette O, Azîz’dir (yüce) Rahîm’dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).

26/ŞUARÂ-176: Kezzebe ashâbul eyketil murselîn(murselîne).
Eyke halkı (da) mürselini (resûlleri) tekzip etti (yalanladı).

26/ŞUARÂ-177: İz kâle lehum şuaybun e lâ tettekûn(tettekûne).
Şuayb (A.S) onlara: “Siz takva sahibi olmayacak mısınız (Allah’a ulaşmayı dilemeyecek misiniz)?” demişti.

26/ŞUARÂ-178: İnnî lekum resûlun emîn(emînun).
Muhakkak ki ben, sizin için emin bir resûlüm.

26/ŞUARÂ-179: Fettekullâhe ve etîûn(etîûni).
Öyleyse Allah’a karşı takva sahibi olun (Allah’a ulaşmayı dileyin). Ve bana itaat edin (bana tâbî olun).

26/ŞUARÂ-180: Ve mâ es’elukum aleyhi min ecr(ecrin), in ecriye illâ alâ rabbil âlemîn(âlemîne).
Ve ona (tebliğime) karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim sadece âlemlerin Rabbine aittir.

26/ŞUARÂ-181: Evfûl keyle ve lâ tekûnû minel muhsirîn(muhsirîne).
Ölçüyü ifa edin (mizanınızı eksiye düşürmeyin). Ve muhsirinden (nefslerini hüsrana düşürenlerden, kaybettiği dereceler kazandığı derecelerden fazla olanlardan) olmayın.

26/ŞUARÂ-182: Vezinû bil kıstâsil mustekîm(mustekîmi).
İstikamet üzere olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) kıstası (ölçüsü) ile (kaybettiğiniz derecelerden daha fazla derece kazanın) tartın.

26/ŞUARÂ-183: Ve lâ tebhasun nâse eşyâehum ve lâ ta’sev fîl ardı mufsidîn(mufsidîne).
İnsanların şeylerinden kısmayın (Allah’a ulaşmayı dilemelerine mani olarak, kazandıkları derecelerin, kaybettiği derecelerden az olmasına sebebiyet vermeyin). Ve (buna sebep olarak) yeryüzünde fesat çıkararak bozgunculuk yapmayın.

26/ŞUARÂ-184: Vettekûllezî halakakum vel cibilletel evvelîn(evvelîne).
Ve sizi ve evvelki toplumları yaratana karşı takva sahibi olun (Allah’a ulaşmayı dileyin).

26/ŞUARÂ-185: Kâlû innemâ ente minel musahharîn(musahharîne).
“Sen sadece büyülenmişlerdensin.” dediler.

26/ŞUARÂ-186: Ve mâ ente illâ beşerun mislunâ ve in nazunnuke le minel kâzibîn(kâzibîne).
Ve sen, bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsin. Ve biz, seni mutlaka yalancılardan zannediyoruz.

26/ŞUARÂ-187: Fe eskıt aleynâ kisefen mines semâi in kunte mines sâdıkîn(sâdıkîne).
Öyleyse eğer sen, sadıklardan (doğru söyleyenlerden) isen üzerimize gökyüzünden bir parça düşür.

26/ŞUARÂ-188: Kâle rabbî a’lemu bi mâ ta’melûn(ta’melûne).
(Şuayb A.S): “Rabbim, sizin yaptıklarınızı çok iyi bilir.” dedi.

26/ŞUARÂ-189: Fe kezzebûhu fe ehazehum azâbu yevmiz zulleh(zulleti), innehu kâne azâbe yevmin azîm(azîmin).
Böylece onu tekzip ettiler (yalanladılar). Bunun üzerine, “gölge günün azabı” onları aldı (yakaladı). Muhakkak ki o, azîm günün (büyük bir günün) azabıydı.

26/ŞUARÂ-190: İnne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
Muhakkak ki bunda, mutlaka bir âyet (ibret) vardır. Ve onların çoğu, mü’min olmadılar (Allah’a ulaşmayı dilemediler).

26/ŞUARÂ-191: Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm(rahîmu).
Ve muhakkak ki senin Rabbin, elbette O, Azîz’dir (yüce), Rahîm’dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).

26/ŞUARÂ-192: Ve innehu le tenzîlu rabbil âlemîn(âlemîne).
Ve muhakkak ki O (Kur’ân), gerçekten âlemlerin Rabbinden indirilmiştir.

26/ŞUARÂ-193: Nezele bihir rûhul emîn(emînu).
O’nu, Ruh’ûl Emin (Cebrail A.S) indirdi.

26/ŞUARÂ-194: Alâ kalbike li tekûne minel munzirîn(munzirîne).
Nezirlerden (uyaranlardan) olman için senin kalbine.

26/ŞUARÂ-195: Bi lisânin arabiyyin mubîn(mubînin).
Apaçık bir Arap lisanı ile.

26/ŞUARÂ-196: Ve innehu lefî zuburil evvelîn(evvelîne).
Ve muhakkak ki O, evvelkilerin (kitaplarının) sayfalarında mutlaka vardır.

26/ŞUARÂ-197: E ve lem yekun lehum âyeten en ya’lemehu ulemâu benî isrâîl(isrâîle).
Ve Benî İsrail’in ulemasının (âlimlerinin) O’nu bilmesi, onlar için bir delil olmadı mı?

26/ŞUARÂ-198: Ve lev nezzelnâhu alâ ba’dıl a’cemîn(a’cemîne).
Ve eğer Biz, O’nu bir kısım a’cemine (Arap olmayan bir gruba) indirseydik.

26/ŞUARÂ-199: Fe karaehu aleyhim mâ kânû bihî mu’minîn(mu’minîne).
Böylece onlara, O’nu okusaydı (gene de) O’na îmân etmezlerdi (mü’min olmazlar, Allah’a ulaşmayı dilemezlerdi).

26/ŞUARÂ-200: Kezâlike seleknâhu fî kulûbil mucrimîn(mucrimîne).
Biz O’nu, mücrimlerin kalplerine işte böyle soktuk (işledik).

26/ŞUARÂ-201: Lâ yu’minûne bihî hattâ yeravul azâbel elîm(elîme).
Onlar elîm azabı görmedikçe O’na îmân etmezler (mü’min olmazlar, Allah’a ulaşmayı dilemezlerdi).

26/ŞUARÂ-202: Fe ye’tîyehum bagteten ve hum lâ yeş’urûn(yeş’urûne).
Böylece o (azap), onlara ansızın gelir ve onlar farkında olmazlar.

26/ŞUARÂ-203: Fe yekûlû hel nahnu munzarûn(munzarûne).
“O zaman biz, bekletilenler (mühlet verilenler) olur muyuz?” dediler.

26/ŞUARÂ-204: E fe bi azâbinâ yesta’cilûn(yesta’cilûne).
Yoksa onlar azabımızı acele mi istiyorlar?

26/ŞUARÂ-205: E fe raeyte in metta’nâhum sinîn(sinîne).
İşte gördün mü? Onları senelerce metalandırsak bile.

26/ŞUARÂ-206: Summe câehum mâ kânû yûadûn(yûadûne).
Sonra vaadolundukları şey (azap) onlara geldi.

26/ŞUARÂ-207: Mâ agnâ anhum mâ kânû yumetteûn(yumetteûne).
Onların metalandırıldıkları şeyler, onlara fayda vermez (onları müstağni kılmaz).

26/ŞUARÂ-208: Ve mâ ehleknâ min karyetin illâ lehâ munzirûn(munzirûne).
Ve hiçbir kasabayı, nezirler olmadıkça (ona nezirler göndermedikçe) helâk etmedik.

26/ŞUARÂ-209: Zikrâ, ve mâ kunnâ zâlimîn(zâlimîne).
Hatırla ki Biz, zalimler (zulmedenler) olmadık.

26/ŞUARÂ-210: Ve mâ tenezzelet bihiş şeyâtîn(şeyâtînu).
Ve O’nu (Kur’ân’ı), şeytanlar indirmedi.

26/ŞUARÂ-211: Ve mâ yenbagî lehum ve mâ yestetîûn(yestetîûne).
Ve (bu), onlara yakışmaz (onların harcı değildir) ve onlar, (buna) muktedir olamazlar.

26/ŞUARÂ-212: İnnehum anis sem’i le ma’zûlûn(ma’zûlûne).
Muhakkak ki onlar, (vahyi) işitmekten kesin olarak azledilmiş (men edilmiş) olanlardır.

26/ŞUARÂ-213: Fe lâ ted’u meallahi ilâhen âhara fe tekûne minel muazzebîn(muazzebîne).
Öyleyse Allah ile beraber diğer bir ilâha dua etme. O taktirde azap edilenlerden olursun.

26/ŞUARÂ-214: Ve enzir aşîretekel akrebîn(akrebîne).
Ve en yakının olan aşiretini uyar.

26/ŞUARÂ-215: Vahfıd cenâhake li menittebeake minel mu’minîn(mu’minîne).
Ve mü’minlerden, sana tâbî olan kimselere kanatlarını ger.

26/ŞUARÂ-216: Fe in asavke fe kul innî berîun mimmâ ta’melûn(ta’melûne).
Eğer onlar, sana asi olurlarsa (isyan ederlerse), o zaman: “Muhakkak ki ben, sizin yaptıklarınızdan uzağım.” de.

26/ŞUARÂ-217: Ve tevekkel alel azîzir rahîm(rahîmi).
Ve Azîz (yüce) ve Rahîm olan (Rahîm esmasıyla tecelli eden) (Allah’a) tevekkül et (O’nu vekil et ve güven).

26/ŞUARÂ-218: Ellezî yerâke hîne tekûm(tekûmu).
O, sen kıyam ettiğin zaman seni görür.

26/ŞUARÂ-219: Ve tekallubeke fîs sâcidîn(sâcidîne).
Ve secde edenler arasında senin dönmeni (de görür).

26/ŞUARÂ-220: İnnehu huves semîul alîm(alîmu).
Muhakkak ki O; O, Sem’î’dir (en iyi işten) Alîm’dir (en iyi bilen).

26/ŞUARÂ-221: Hel unebbiukum alâ men tenezzeluş şeyâtîn(şeyâtînu).
Şeytanlar kimlere iner size haber vereyim mi?

26/ŞUARÂ-222: Tenezzelu alâ kulli effâkin esîm(esîmin).
(İftira eden) yalancı günahkârların hepsine inerler.

26/ŞUARÂ-223: Yulkûnes sem’a ve ekseruhum kâzibûn(kâzibûne).
Onlar, (şeytanlara) kulak verirler (dinlerler) ve onların çoğu yalancıdırlar.

26/ŞUARÂ-224: Veş şuarâu yettebiuhumul gâvun(gâvune).
Ve (Allah’a karşı olan) şairler; onlara (sadece) azgınlar tâbî olurlar.

26/ŞUARÂ-225: E lem tera ennehum fî kulli vâdin yehîmûn(yehîmûne).
Bütün vadilerde onların (hayal peşinde) koştuklarını görmedin mi?

26/ŞUARÂ-226: Ve ennehum yekûlûne mâ lâ yef’alûn(yef’alûne).
Ve muhakkak ki onlar yapmadıkları şeyleri söylerler.

26/ŞUARÂ-227: İllellezîne âmenû ve amilus sâlihâti ve zekerûllâhe kesîran ventesarû min ba’di mâ zulimû, ve se ya’lemullezîne zalemû eyye munkalebin yenkalibûn(yenkalibûne).
Âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler) ve amilüssalihat (nefs tezkiyesi) yapanlar ve Allah’ı çok zikredenler ve kendine zulüm yapıldıktan sonra (Allah tarafından) yardım edilenler hariç zulmedenler, yakında hangi dönüş yerine (cehenneme) döneceklerini (ulaştırılacaklarını) bilecekler.

Suara-78

 

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Lütfen reklam engelleyiciyi devre dışı bırakarak bizi desteklemeyi düşünün