Kuran-ı Kerim

Neml Suresi

Kuran-ı Kerim 27. suresi Neml Suresi, Mekke’de nazil olmuştur 93 ayettir. Neml Suresi Arapça-Türkçe okunuşu ve Diyanet Meali ve Fazileti

Kuran-ı Kerim 27. suresi olan Neml Suresi, Mekke’de nazil olmuştur ve 93 ayettir. Neml Suresi Anlamı, Arapça-Türkçe okunuşu ve Diyanet Meali ve Fazileti

Neml Suresi; Mekke döneminde inmiştir. 93 âyettir. Sûre, adını 18. âyette yer alan “en-Neml” kelimesinden almaktadır. Neml, karınca demektir.

27. Sure Neml Suresi

Hakkında Kısa Bilgi

“Neml” karınca demektir. İçinde, Hz. Süleyman’ın ordusuna yol veren karıncalardan da bahsedildiği için sure bu adı almıştır.

Nem suresi diğer bir adı “Süleyman suresi” olarak da bilinir. Neml Suresi toplam 93 ayettir. Mekke’de, Şuarâ suresinden sonra inmiştir. Mushaftaki resmi sırası itibarıyla 27., iniş sırasına göre ise 48. suredir. Sure, içinde tilavet secdesi bulunan surelerden biridir.

  • Neml suresi 25 Ayeti Secde ayetidir. 

Neml Suresi Konusu

Surede, eski peygamberlerin kissalarina yer verilmekte, bununla da yalancilarin baslarina gelen kötü durumlari göstererek müminlerin her zaman kazançli olan taraf olacaklarini müjdelemektedir.

Mukattaa harfleriyle baslayan surenin ilk ayetinde, Kur’an’in bildirdigi talimat ve emirleri apaçik ortaya koyan, hak ile batili açikça ayiran ve onun ilâhi bir kitap olusunda hiç bir süphe olmayan bir kitap oldugu beyan ediliyor: “Tâ, sin. Bunlar, Kur’an’in ve apaçik olan kitabin ayetleridir” 

Kur’an ayetleri, inanan insanlar için ebedi kurtulusa vesile olan birer hidayet ve müjdedirler: “Müminler kendilerine, Kur’an ayetlerini rehber edinerek dünya ve ahirette kurtulusa ererler: Müminlere, dogruluk rehberi ve müjdedir” 

Kur’an’in, kendilerine bir rehber ve müjde oldugu haber verilen müminlerin, bir takim ayirdedici özellikleri vardir: “Onlar, Namazi dosdogru kilarlar, zekati verirler ve onlar, ahirete kesin bilgiyle iman edenlerdir” 

Bunun hemen pesinden gelen ayette, kâfirlerin yaptiklari isyanlarina, kötülüklerine ve uslanmaz akildisi, inatçi tavirlarina karsi Allah Teâlâ, islemis olduklari batil amellerini onlara çekici kilmis ve onlari sapikligin derinliklerine dogru sürüklemistir. Bu dünyada çesitli sekillerde cezalandirilacaklari gibi, ahirette de korkunç Cehennem azabi ile cezalandirilacaklardir: Ahirete inanmayanlarin amellerini kendilerine güzel göstermisizdir. Bu yüzden sasirip kalmislardir. Bunlar öyle kimselerdir ki, kötü azap onlaradir ve onlar ahirette de en büyük hüsrana ugrayanlardir” 

Kur’an, dogrudan dogruya, Allah tarafindan mükemmel olarak kulu Muhammed (s.a.s)’e indirilmistir. Onu indiren Allah Teâlâ öyle bir zattir ki, her seyi hikmetine göre yapmakta ve her seyi sonsuz ilmine göre gerçeklestirmektedir: Muhakkak ki sen, Kur’an’i Alîm ve Hakîm olan Allah katindan almaktasin”

Bu sekilde bir giriş yapıldıktan sonra, sûrenin ilk bölümünü oluşturan, peygamberlerden bir kısmının tevhid mücadelesinin anlatılığı kıssalar yer almaktadır.

Abdulbasit Abdussamed Neml Suresi Dinle

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ

Neml Suresi Arapça, Latin Harfli Okunuşu Ve Türkçe Meali

Bismillâhirrahmânirrahîm

Besmele

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…

1. طس تِلْكَ آيَاتُ الْقُرْآنِ وَكِتَابٍ مُّبِينٍ
1. Tâ Sîn. Tilke ēyētül gur’ēni ve kitēbim-mubîn.
1. Tâ Sîn. Bunlar Kur’an’ın, (gerçekleri) açıklayan Kitab’ın âyetleridir.

2. هُدًى وَبُشْرَى لِلْمُؤْمِنِينَ
2. Hudev-ve büşrâ lil mu’minîn.
2. İman eden müminler için bir hidayet rehberi ve bir müjdedir.

3. الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُم بِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ

3. Ellezîne yûgimûnes-sâlēte ve yu’tûnez-zekâte vehüm bil â[k]hirati hüm yûginûn.
3. Onlar ki, namazı kılarlar, zekâtı verirler ve ahirete de kesin olarak inanırlar.

4. إِنَّ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ زَيَّنَّا لَهُمْ أَعْمَالَهُمْ فَهُمْ يَعْمَهُونَ
4. İnnâ lillezine lē yu’minûne bil â[k]hirati zeyyennē lehum ağmēlehum fehüm yağmehûn.
4. Şüphesiz biz, ahirete inanmayanların işlerini kendilerine süslü gösterdik; o yüzden bocalar dururlar.

5. أُوْلَئِكَ الَّذِينَ لَهُمْ سُوءُ الْعَذَابِ وَهُمْ فِي الْآخِرَةِ هُمُ الْأَخْسَرُونَ
5. Ülēikellezîne lehüm sûul azēbi vehüm fil â[k]hirati humul a[k]hserûn.
5. İşte bunlar, azabı en ağır olanlardır; ahirette en çok ziyana uğrayacaklar da onlardır.

6. وَإِنَّكَ لَتُلَقَّى الْقُرْآنَ مِن لَّدُنْ حَكِيمٍ عَلِيمٍ
6. Ve inneke letüleggal gur’ēne mil-ledun hakîmin alîm.
6. (Resûlüm!) Şüphesiz ki bu Kur’an, hikmet sahibi ve her şeyi bilen Allah tarafından sana verilmektedir.

7. إِذْ قَالَ مُوسَى لِأَهْلِهِ إِنِّي آنَسْتُ نَاراً سَآتِيكُم مِّنْهَا بِخَبَرٍ أَوْ آتِيكُم بِشِهَابٍ قَبَسٍ لَّعَلَّكُمْ تَصْطَلُونَ
7. İz gâle Mûsē liehlihî innî ēnestü nērâ[n: duraksız tercih] Seētiküm minhē bi[k]haberin ev ētiküm bişihēbin gabesil-leallekum t[ea]stalûn.
7. Hani Musa, ailesine şöyle demişti: Gerçekten ben bir ateş gördüm. (Gidip) size oradan bir haber getireceğim, yahut bir ateş parçası getireceğim, umarım ki ısınırsınız!

8. فَلَمَّا جَاءهَا نُودِيَ أَن بُورِكَ مَن فِي النَّارِ وَمَنْ حَوْلَهَا وَسُبْحَانَ اللَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
8. Felemmē cēehē nûdiye em-bûrike men finnēri ve men havlehē [tercihli durak] Ve sübhân[ea]llâhi Rabbi’l âlemîn.
8. Oraya geldiğinde şöyle seslenildi: Ateşin bulunduğu yerdeki ve çevresindekiler mübarek kılınmıştır! Âlemlerin Rabbi olan Allah, eksikliklerden münezzehtir!

9. يَا مُوسَى إِنَّهُ أَنَا اللَّهُ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
9. Yē Mûsē innehû en[ea]llâhu’l azîzü’l hakîm.
9. Ey Musa! İyi bil ki, ben, mutlak galip ve hikmet sahibi olan Allah’ım!

10. وَأَلْقِ عَصَاكَ فَلَمَّا رَآهَا تَهْتَزُّ كَأَنَّهَا جَانٌّ وَلَّى مُدْبِراً وَلَمْ يُعَقِّبْ يَا مُوسَى لَا تَخَفْ إِنِّي لَا يَخَافُ لَدَيَّ الْمُرْسَلُونَ
10. Ve elgi asâk[e duraksız tercih] Felemmē raēhē tehtezzû keennehē cânnu vellē mudbirav-velem yuaggib [tercihli durak] Yē Mûsē lâ te[k]haf innî lâ ye[k]hâfu ledeyyel murselûn.
10. Asânı at! Musa (asâyı atıp) onu yılan gibi deprenir görünce dönüp arkasına bakmadan kaçtı. (Kendisine dedik ki): Ey Musa! Korkma; çünkü benim huzurumda peygamberler korkmaz.

11. إِلَّا مَن ظَلَمَ ثُمَّ بَدَّلَ حُسْناً بَعْدَ سُوءٍ فَإِنِّي غَفُورٌ رَّحِيمٌ
11. İllē men zaleme s[peltek se]ümme beddele husnem-bağdi sûin feinnî Ğafurur-Rahîm.
11. Ancak, kim haksızlık eder, sonra, işlediği kötülük yerine iyilik yaparsa, bilsin ki ben (ona karşı da) çok bağışlayıcıyım, çok merhamet sahibiyim.

12. وَأَدْخِلْ يَدَكَ فِي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَاء مِنْ غَيْرِ سُوءٍ فِي تِسْعِ آيَاتٍ إِلَى فِرْعَوْنَ وَقَوْمِهِ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْماً فَاسِقِينَ
12. Ve ed[k]hil yedeke fî ceybike te[k]hruc beyd[d ya da z okunur]âe min ğayri sûin fî tis’i ēyētin ilē fir’avne ve gavmih[î duraksız tercih] İnnehüm kēnû gavmen fēsigîn.
12. Elini koynuna sok da kusursuz bembeyaz çıksın. Dokuz mucize ile Firavun ve kavmine (git). Çünkü onlar artık yoldan çıkmış bir kavim olmuşlardır.

13. فَلَمَّا جَاءتْهُمْ آيَاتُنَا مُبْصِرَةً قَالُوا هَذَا سِحْرٌ مُّبِينٌ
13. Felemmē cēethum ēyētunē mubsıraten gâlû hēzē sihrum-mubîn.
13. Mucizelerimiz onların gözleri önüne serilince: “Bu, apaçık bir büyüdür” dediler.

14. وَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَا أَنفُسُهُمْ ظُلْماً وَعُلُوّاً فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِدِينَ
14. Vecehadû bihē vesteyganethē enfusuhum zulmav-ve uluvvē[n: duraksız tercih] Fenzur keyfe kēne âgibetü’l mufsidîn.
14. Kendileri de bunlara yakînen inandıkları halde, zulüm ve kibirlerinden ötürü onları inkâr ettiler. Bozguncuların sonunun nice olduğuna bir bak!

15. وَلَقَدْ آتَيْنَا دَاوُودَ وَسُلَيْمَانَ عِلْماً وَقَالَا الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي فَضَّلَنَا عَلَى كَثِيرٍ مِّنْ عِبَادِهِ الْمُؤْمِنِينَ 
15. Velegad ēteynē Dâvûde ve Süleymâne ilmē[v-: duraksız tercih] Vegâlel hamdu lillâhillezî feddalnē alē kesîram-min ibēdihi’l mu’minîn.  
15. Andolsun ki biz, Davud’a ve Süleyman’a ilim verdik. Onlar: Bizi, mümin kullarının birçoğundan üstün kılan Allah’a hamd olsun, dediler.

16. وَوَرِثَ سُلَيْمَانُ دَاوُودَ وَقَالَ يَا أَيُّهَا النَّاسُ عُلِّمْنَا مَنطِقَ الطَّيْرِ وَأُوتِينَا مِن كُلِّ شَيْءٍ إِنَّ هَذَا لَهُوَ الْفَضْلُ الْمُبِينُ
16. Ve verise Süleymânü Dâvûde ve gâle yē eyyühennēsü ullimnē mantigat-tayri ve ûtînâ min külli şey'[in-: duraksız tercih] inne hēzē lehüvel fadlul mubîn.
16. Süleyman Davud’a vâris oldu ve dedi ki: Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi ve bize her şeyden (nasip) verildi. Doğrusu bu apaçık bir lütuftur.

17. وَحُشِرَ لِسُلَيْمَانَ جُنُودُهُ مِنَ الْجِنِّ وَالْإِنسِ وَالطَّيْرِ فَهُمْ يُوزَعُونَ
17. Ve huşira li Süleymâne cunûduhû minel cinni ve’l insi vettayri fehüm yûzeûn.
17. Süleyman’ın, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil orduları toplandı; hepsi birarada (onun tarafından) düzenli olarak sevkediliyordu.

18. حَتَّى إِذَا أَتَوْا عَلَى وَادِي النَّمْلِ قَالَتْ نَمْلَةٌ يَا أَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْ لَا يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمَانُ وَجُنُودُهُ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
18. Hattē izē etev alē vâdin nemli gâlet nemletüy-yē eyyühen nemlüd [k]hulû mesēkineküm[tercihli durak] Lē yahtimenneküm Süleymânu ve cunûduhû ve hüm lâ yeş urûn.
18. Nihayet Karınca vâdisine geldikleri zaman, bir karınca: Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin! dedi.

19. فَتَبَسَّمَ ضَاحِكاً مِّن قَوْلِهَا وَقَالَ رَبِّ أَوْزِعْنِي أَنْ أَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّتِي أَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلَى وَالِدَيَّ وَأَنْ أَعْمَلَ صَالِحاً تَرْضَاهُ وَأَدْخِلْنِي بِرَحْمَتِكَ فِي عِبَادِكَ الصَّالِحِينَ
19. Fetebesseme dâhikam-min gavlihē ve gâle Rabbi evziğnî en eşküra niğmetekelletî en amte aleyye ve alē vâlideyye ve en ağmele sâlihan terdâhü ved[k]hilnî birahmetike fî ibēdikes-sâlihîn.
19. (Süleyman) onun sözünden dolayı gülümsedi ve dedi ki: Ey Rabbim! Beni, gerek bana gerekse ana-babama verdiğin nimete şükretmeye ve hoşnut olacağın iyi işler yapmaya muvaffak kıl. Rahmetinle, beni iyi kulların arasına kat.

20. وَتَفَقَّدَ الطَّيْرَ فَقَالَ مَا لِيَ لَا أَرَى الْهُدْهُدَ أَمْ كَانَ مِنَ الْغَائِبِينَ
20. Vetefeggadet-tayra fegâle mēliye lē eral hüdhüd[e: duraksız tercih] Em kēne minel ğâibîn.
20. (Süleyman) kuşları gözden geçirdi ve şöyle dedi: Hüdhüd’ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı?

21. لَأُعَذِّبَنَّهُ عَذَاباً شَدِيداً أَوْ لَأَذْبَحَنَّهُ أَوْ لَيَأْتِيَنِّي بِسُلْطَانٍ مُّبِينٍ
21. Lē uzzibennehû azeben şedîden evlekasr işareti ez cennehû evleye’tiyennî bisultânim-mubîn.
21. Ya bana (mazeretini gösteren) apaçık bir delil getirecek ya da onun canını iyice yakacağım yahut onu boğazlayacağım!

22. فَمَكَثَ غَيْرَ بَعِيدٍ فَقَالَ أَحَطتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِهِ وَجِئْتُكَ مِن سَبَإٍ بِنَبَإٍ يَقِينٍ 
22. Femekese ğayra baîdin fegâle ehattü bimâ lem tuhit bihî ve ci’tüke min sebebim-binebeiy-yagîn. 
22. Çok geçmeden (Hüdhüd) gelip: Ben, dedi, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe’den sana çok doğru (ve önemli) bir haber getirdim.

23. إِنِّي وَجَدتُّ امْرَأَةً تَمْلِكُهُمْ وَأُوتِيَتْ مِن كُلِّ شَيْءٍ وَلَهَا عَرْشٌ عَظِيمٌ
23. İnnî vecedtü emraten temlikühüm ve utiyet min külli şey’iv-velehē arşın azîm.
23. Gerçekten, onlara (Sebe’lilere) hükümdarlık eden, kendisine her şey verilmiş ve büyük bir tahtı olan bir kadınla karşılaştım.

24. وَجَدتُّهَا وَقَوْمَهَا يَسْجُدُونَ لِلشَّمْسِ مِن دُونِ اللَّهِ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّبِيلِ فَهُمْ لَا يَهْتَدُونَ
24. Vecettühē ve gavmehē yescudûne liş-şemsi min dûnillēhi vezeyyene lehümüş-Şeytânu ağmēlehüm fesaddehüm anis-sebîli fehüm lē yehtedûn.
24. Onun ve kavminin, Allah’ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için doğru yolu bulamıyorlar.

25. أَلَّا يَسْجُدُوا لِلَّهِ الَّذِي يُخْرِجُ الْخَبْءَ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَيَعْلَمُ مَا تُخْفُونَ وَمَا تُعْلِنُونَ
Neml Suresi 25. Ayet: Ellē yescudû lillēhillezî yu[k]hricul [k]hab’e fis-semevēti ve’l ardi ve yağlemu mē tu[k]hfûne vemē tuğlinûn.
25. (Şeytan böyle yapmış ki) göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen Allah’a secde etmesinler. (Secde Ayeti)

26. اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ
26. Allâhu lē ilēhe illē hüve Rabbü’l arşi’l azîm.
26. (Halbuki) büyük Arş’ın sahibi olan Allah’tan başka tanrı yoktur.

27. قَالَ سَنَنظُرُ أَصَدَقْتَ أَمْ كُنتَ مِنَ الْكَاذِبِينَ
27. Gâle senenzuru esadagte em künte mine’l kēzibîn.
27. (Süleyman Hüdhüd’e) dedi ki: Doğru mu söyledin, yoksa yalancılardan mısın, bakacağız.

28. اذْهَب بِّكِتَابِي هَذَا فَأَلْقِهْ إِلَيْهِمْ ثُمَّ تَوَلَّ عَنْهُمْ فَانظُرْ مَاذَا يَرْجِعُونَ
28. İzheb bikitēbî hēzē feelhig ileyhim sümme tevelle anhüm fenzur mēzē yerciûn.
28. Şu mektubumu götür, onu kendilerine ver, sonra onlardan biraz çekil de, ne sonuca varacaklarına bak.

29. قَالَتْ يَا أَيُّهَا المَلَأُ إِنِّي أُلْقِيَ إِلَيَّ كِتَابٌ كَرِيمٌ
29. Gâlet yē eyyühel meleu innî ulgiye ileyye kitēbun kerîm.
29. 29. (Süleyman’ın mektubunu alan Sebe’melikesi,) “Beyler, ulular! Bana çok önemli bir mektup bırakıldı” dedi.

30. إِنَّهُ مِن سُلَيْمَانَ وَإِنَّهُ بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
30. İnnehû min suleymēne ve innehû bismillēhirrahmēnirrahîm.
30. “Mektup Süleyman’dandır, rahmân ve rahîm olan Allah’ın adıyla (başlamakta) dır.”

31. أَلَّا تَعْلُوا عَلَيَّ وَأْتُونِي مُسْلِمِينَ
31. Ellē tağlû ve’tunî müslimîn.
31. “Bana baş kaldırmayın, teslimiyet gösterip bana gelin, diye (yazmaktadır)”.

32. قَالَتْ يَا أَيُّهَا المَلَأُ أَفْتُونِي فِي أَمْرِي مَا كُنتُ قَاطِعَةً أَمْراً حَتَّى تَشْهَدُونِ
32. Gâlet yē eyyühel meleu eftunî fi emrî. Mē küntü gâtıaten emran hattē teşhedûn.
32. (Sonra Melike) dedi ki: Beyler, ulular! Bu işimde bana bir fikir verin. (Bilirsiniz) siz yanımda olmadan (size danışmadan) hiçbir işi kestirip atmam.

33. قَالُوا نَحْنُ أُوْلُوا قُوَّةٍ وَأُولُوا بَأْسٍ شَدِيدٍ وَالْأَمْرُ إِلَيْكِ فَانظُرِي مَاذَا تَأْمُرِينَ
33. Gâlû nahnu ulû guvvetiv-veulû ba’sin şedîdiv-vel emru ileyki fenzurî mēzē te’murîn.
33. Onlar, şu cevabı verdiler: Biz güçlü kuvvetli kimseleriz, zorlu savaş erbabıyız; buyruk ise senindir; artık ne buyuracağını sen düşün.

34. قَالَتْ إِنَّ الْمُلُوكَ إِذَا دَخَلُوا قَرْيَةً أَفْسَدُوهَا وَجَعَلُوا أَعِزَّةَ أَهْلِهَا أَذِلَّةً وَكَذَلِكَ يَفْعَلُونَ
34. G
âlet inne’l mulûke izē de[k]halû garyeten efsedûhē vecealû eizzete ehlihē ezilleh. Vekezē yef’alûn.
34. Melike: Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ulularını alçaltırlar. (Herhalde) onlar da böyle yapacaklardır, dedi.

35. وَإِنِّي مُرْسِلَةٌ إِلَيْهِم بِهَدِيَّةٍ فَنَاظِرَةٌ بِمَ يَرْجِعُ الْمُرْسَلُونَ 
35. Ve innî mürsiletun ileyhim bihediyyetin fenâziratun bime yerciul mürselîn.
35. Ben (şimdi) onlara bir hediye göndereyim de, bakayım elçiler ne (gibi bir sonuç) ile dönecekler.

36. فَلَمَّا جَاء سُلَيْمَانَ قَالَ أَتُمِدُّونَنِ بِمَالٍ فَمَا آتَانِيَ اللَّهُ خَيْرٌ مِّمَّا آتَاكُم بَلْ أَنتُم بِهَدِيَّتِكُمْ تَفْرَحُونَ
36. Felemmē cē-e Süleymâne gâle etümiddûneni bimēl. Femē ētēniyallâhu [k]hayrum-mimmē ētēküm. Bel entüm bihediyyetiküm tefrahûn.
36. (Elçiler, hediyelerle) Süleyman’a gelince şöyle dedi: Siz bana mal ile yardım mı ediyorsunuz? Allah’ın bana verdiği, size verdiğinden daha iyidir. Hediyenizle (ben değil) siz sevinirsiniz.

37. ارْجِعْ إِلَيْهِمْ فَلَنَأْتِيَنَّهُمْ بِجُنُودٍ لَّا قِبَلَ لَهُم بِهَا وَلَنُخْرِجَنَّهُم مِّنْهَا أَذِلَّةً وَهُمْ صَاغِرُونَ
37. İrciğ ileyhim felene’tiyennehum bicunûdil-lē gibele lehüm bihē vele nu[k]hricennehum minhē ezilletev-vehüm sâğirûn.
37. (Ey elçi!) Onlara dön; iyi bilsinler ki, kendilerine asla karşı koyamıyacakları ordularla gelir, onları muhakkak surette hor ve hakir halde oradan çıkarırız!

38. قَالَ يَا أَيُّهَا المَلَأُ أَيُّكُمْ يَأْتِينِي بِعَرْشِهَا قَبْلَ أَن يَأْتُونِي مُسْلِمِينَ
38. Gâle yē eyyühel meleu eyyukum ye’tînî biarşihē gable ey-ye’tûnî müslimîn.
38. (Sonra Süleyman müşavirlerine) dedi ki: Ey ulular! Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz o melikenin tahtını bana getirebilir?

39. قَالَ عِفْريتٌ مِّنَ الْجِنِّ أَنَا آتِيكَ بِهِ قَبْلَ أَن تَقُومَ مِن مَّقَامِكَ وَإِنِّي عَلَيْهِ لَقَوِيٌّ أَمِينٌ
39. Gâle ifrîtum-minel cinni ene ētîke bihî gable en tegûme mim-megâmik. Veinnî aleyhi legaviyyun emîn.
39. Cinlerden bir ifrit: Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm yeter ve bana güvenebilirsiniz, dedi.

40. قَالَ الَّذِي عِندَهُ عِلْمٌ مِّنَ الْكِتَابِ أَنَا آتِيكَ بِهِ قَبْلَ أَن يَرْتَدَّ إِلَيْكَ طَرْفُكَ فَلَمَّا رَآهُ مُسْتَقِرّاً عِندَهُ قَالَ هَذَا مِن فَضْلِ رَبِّي لِيَبْلُوَنِي أَأَشْكُرُ أَمْ أَكْفُرُ وَمَن شَكَرَ فَإِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِهِ وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ رَبِّي غَنِيٌّ كَرِيمٌ
40. Gâlellezî indehû ilmim-minel kitēbi ene ētîke bihî gable ey-yertedde ileyke tarfuk. Felemmē raēhü mustegirran indehû gâle hēze min fadli Rabbî. Liyeblüvenîe-eşkurû em ekfur. Vemen şekera feinnemē yeşkuru linefsih. Vemen kefera feinne Rabbî ğaniyyun kerîm.

40. Kitaptan (Allah tarafından verilmiş) bir ilmi olan kimse ise: Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm, dedi. (Süleyman) onu (melikenin tahtını) yanı başına yerleşmiş olarak görünce: Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin (gösterdiği) lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem sahibidir.

41. قَالَ نَكِّرُوا لَهَا عَرْشَهَا نَنظُرْ أَتَهْتَدِي أَمْ تَكُونُ مِنَ الَّذِينَ لَا يَهْتَدُونَ
41. Gâle nekkirû lehē arşehē nenzur etehtedî em tekûnu minellezîne lē yehtedûn.
41. (Süleyman devamla) dedi ki: Onun tahtını bilemeyeceği bir hale getirin; bakalım tanıyacak mı, yoksa tanıyamayanlar arasında mı olacak.

42. فَلَمَّا جَاءتْ قِيلَ أَهَكَذَا عَرْشُكِ قَالَتْ كَأَنَّهُ هُوَ وَأُوتِينَا الْعِلْمَ مِن قَبْلِهَا وَكُنَّا مُسْلِمِينَ
42. Felemmē cē-et gîle ehēkezē arşük. Gâlet ke ennehû hüve veûtînel ilme min gablihē vekünnē müslimîn.
42. Melike gelince: Senin tahtın da böyle mi? dendi. O şöyle cevap verdi: Tıpkı o! (Süleyman şöyle dedi): Bize daha önce (Allah’tan) bilgi verilmiş ve biz Müslüman olmuştuk.

43. وَصَدَّهَا مَا كَانَت تَّعْبُدُ مِن دُونِ اللَّهِ إِنَّهَا كَانَتْ مِن قَوْمٍ كَافِرِينَ
43. Ve saddehē mē kēnet teğbudu min dûnillēh. İnnehē kēnet min gavmin kēfirîn.
43. Onu, Allah’tan başka taptığı şeyler (o zamana kadar tevhid dinine girmekten) alıkoymuştu. Çünkü kendisi inkârcı bir kavimdendi.

44. قِيلَ لَهَا ادْخُلِي الصَّرْحَ فَلَمَّا رَأَتْهُ حَسِبَتْهُ لُجَّةً وَكَشَفَتْ عَن سَاقَيْهَا قَالَ إِنَّهُ صَرْحٌ مُّمَرَّدٌ مِّن قَوَارِيرَ قَالَتْ رَبِّ إِنِّي ظَلَمْتُ نَفْسِي وَأَسْلَمْتُ مَعَ سُلَيْمَانَ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
44. Gîlelehed[k]hulil sarh. Felemmē raethü hasibethü lüccetev-vekeşefet an sēgayhē. Gâle innehû sarhum-mumerradum-min gavērîr. Gâlet Rabbi innî zalemtü nefsî ve eslemtü mea Süleymâne lillēhi Rabbil âlemîn.
44. Ona: Köşke gir! dendi. Melike onu görünce derin bir su sandı ve eteğini yukarı çekti. Süleyman: Bu, billûrdan yapılmış, şeffaf bir zemindir, dedi. Melike de di ki: Rabbim! Ben gerçekten kendime yazık etmişim. Süleymanla beraber âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum.

45. وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا إِلَى ثَمُودَ أَخَاهُمْ صَالِحاً أَنِ اعْبُدُوا اللَّهَ فَإِذَا هُمْ فَرِيقَانِ يَخْتَصِمُونَ
45. Velegad erselnē ilē Semûde e[k]hâhüm Sâlihan eniğbudullâhe feizē hüm ferîgâni ya[k]htesimûn.
45. Andolsun ki, “Allah’a kulluk edin!” (demesi için) Semûd kavmine kardeşleri Sâlih’i gönderdik. Hemen birbiriyle çekişen iki zümre oluverdiler.

46. قَالَ يَا قَوْمِ لِمَ تَسْتَعْجِلُونَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِ لَوْلَا تَسْتَغْفِرُونَ اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
46. Gâle yē gavmi lime testağcilâne bisseyyieti gablel haseneh. Lev lē testağfirûnellâhe lealleküm türhamûn.
46. Sâlih dedi ki: Ey kavmim! İyilik dururken niçin kötülüğe koşuyorsunuz? Allah’tan mağfiret dileseniz olmaz mı? Belki size merhamet edilir.

47. قَالُوا اطَّيَّرْنَا بِكَ وَبِمَن مَّعَكَ قَالَ طَائِرُكُمْ عِندَ اللَّهِ بَلْ أَنتُمْ قَوْمٌ تُفْتَنُونَ
47. Gâlû tayyarnē bike vebimen meak. Gâle tâiruküm indellâhi bel entüm gavmün tüftenûn.
47. Şöyle dediler: Senin ve beraberindekilerin yüzünden uğursuzluğa uğradık. Sâlih: Size çöken uğursuzluk (sebebi), Allah katında (yazılı) dır. Hayır, siz imtihana çekilen bir kavimsiniz, dedi.

48. وَكَانَ فِي الْمَدِينَةِ تِسْعَةُ رَهْطٍ يُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ
48. Ve kēne fil medîneti tis’atur-rahtiy-yüfsidûne fil ardi velē yuslihûn.
48. O şehirde dokuz kişi (elebaşı) vardı ki, bunlar yeryüzünde bozgunculuk yapıyorlar, iyilik tarafına hiç yanaşmıyorlardı.

49. قَالُوا تَقَاسَمُوا بِاللَّهِ لَنُبَيِّتَنَّهُ وَأَهْلَهُ ثُمَّ لَنَقُولَنَّ لِوَلِيِّهِ مَا شَهِدْنَا مَهْلِكَ أَهْلِهِ وَإِنَّا لَصَادِقُونَ
49. Gâlû tegâsemû billâhi lenübeyyitennehû ve ehlehû s[peltek]ümme lenegûlenne liveliyyihî mē şehidnē mehlike ehlihî ve innē lesâdigûn.
49. Allah’a and içerek birbirlerine şöyle dediler: Gece ona ve ailesine baskın yapalım (hepsini öldürelim); sonra da velisine: “Biz (Sâlih) ailesinin yok edilişi sırasında orada değildik, inanın ki doğru söylüyoruz” diyelim.

50. وَمَكَرُوا مَكْراً وَمَكَرْنَا مَكْراً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
50. Vemekerû mekrav-vemekernē mekrav-vehüm lē yeş’urûn.
50. Onlar böyle bir tuzak kurdular. Biz de kendileri farkında olmadan, onların planlarını altüst ettik.

51. فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ مَكْرِهِمْ أَنَّا دَمَّرْنَاهُمْ وَقَوْمَهُمْ أَجْمَعِينَ
51. Fenzur keyfe kēne âgibetü mekrihim ennē demmernēhüm vegavmehüm ecmaîn.
51. Bak işte, tuzaklarının âkıbeti nice oldu: Onları da; (kendilerine uyan) kavimlerini de (nasıl) toptan helâk ettik!

52. فَتِلْكَ بُيُوتُهُمْ خَاوِيَةً بِمَا ظَلَمُوا إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لِّقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
52. fetilke buyûtühüm [k]hâviyetem-bimē zalemû. İnne fî zēlike le ēyetel-ligavmiy-yağlemûn.
52. İşte haksızlıkları yüzünden çökmüş evleri! Anlayan bir kavim için elbette bunda bir ibret vardır.

53. وَأَنجَيْنَا الَّذِينَ آمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ
53. Ve enceynellezîne ēmenû vekēnû yettegûn.
53. İman edip Allah’a karşı gelmekten sakınanları ise kurtardık.

54. وَلُوطاً إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ أَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ وَأَنتُمْ تُبْصِرُونَ
54. Ve Lûtan iz gâle ligavmihî ete’tûnel fēhişete ve entüm tubsirûn.
54. Lût’u da (peygamber olarak kavmine gönderdik.) Kavmine şöyle demişti: Göz göre göre hâla o hayâsızlığı yapacak mısınız?

55. أَئِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ شَهْوَةً مِّن دُونِ النِّسَاء بَلْ أَنتُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ
55. Einneküm lete’tûner-ricâle şehratem-min dûninnisē’. Bel entüm gavmün techelûn.
55. (Bu ilâhî ikazdan sonra hâla) siz, ille de kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşacak mısınız? Doğrusu siz, beyinsizlikte devam edegelen bir kavimsiniz!

56. فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِهِ إِلَّا أَن قَالُوا أَخْرِجُوا آلَ لُوطٍ مِّن قَرْيَتِكُمْ إِنَّهُمْ أُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَ
56. Femē kēne cevâbe gavmihî illē en gâlû e[k]hricû âle Lûtim-min garyetikum. İnnehum ünâsuy-yetetahherûn.
56. Kavminin cevabı sadece: “Lût ailesini memleketinizden çıkarın; çünkü onlar (bizim yaptıklarımızdan) uzak kalmak isteyen insanlarmış!” demelerinden ibaret oldu.

57. فَأَنجَيْنَاهُ وَأَهْلَهُ إِلَّا امْرَأَتَهُ قَدَّرْنَاهَا مِنَ الْغَابِرِينَ
57. Feenceynēhu ve ehlehû illemraeteh. Gaddernâhē mine’l ğâbirîn.
57. Bunun üzerine onu ve ailesini kurtardık. Yalnız karısı müstesna; onun geride (azaba uğrayanların içinde) kalmasını takdir ettik.

58. وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهِم مَّطَراً فَسَاء مَطَرُ الْمُنذَرِينَ
58. Veemtarnē aleyhim matarâ. Fesēe mataru’l munzirîn.
58. Onların üzerlerine müthiş bir yağmur indirdik. Bu sebeple, uyarılan (fakat aldırmayan) ların yağmuru ne kötü olmuştur!

59. قُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ وَسَلَامٌ عَلَى عِبَادِهِ الَّذِينَ اصْطَفَى آللَّهُ خَيْرٌ أَمَّا يُشْرِكُونَ
59. Gulilhamdu lillēhi ve selâmun alē ibēdihî-llezîne-stafē. Allâhu [k]hayrun emmē yuşrikûn.<
59. (Resûlüm!) De ki: Hamd olsun Allah’a, selam olsun seçkin kıldığı kullarına. Allah mı daha hayırlı, yoksa O’na koştukları ortaklar mı?

60. أَمَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَأَنزَلَ لَكُم مِّنَ السَّمَاءِ مَاء فَأَنبَتْنَا بِهِ حَدَائِقَ ذَاتَ بَهْجَةٍ مَّا كَانَ لَكُمْ أَن تُنبِتُوا شَجَرَهَا أَإِلَهٌ مَّعَ اللَّهِ بَلْ هُمْ قَوْمٌ يَعْدِلُونَ
60. Emmen [k[halegas-semēvēti ve’l [ea]rda ve enzelelekum mines-semēi meen feenbetnē bihî hadēiga zēte behçetim[Durak veriyorsanız, behçeh deyip durabilir ve devam edebilirsiniz.]-mē kēne leküm en tunbitû şecerahē. Eilēhum-meAllâh. Bel eks[peltek]seruhum lē yağdilûn.
60. (Onlar mı hayırlı) yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indiren mi? O suyla, bir ağacını bile bitirmeye gücünüzün yetmediği güzel güzel bahçeler bitirdik. Allah’tan başka bir tanrı mı var! Doğrusu onlar sapıklıkta devam eden bir güruhtur.

61. أَمَّن جَعَلَ الْأَرْضَ قَرَاراً وَجَعَلَ خِلَالَهَا أَنْهَاراً وَجَعَلَ لَهَا رَوَاسِيَ وَجَعَلَ بَيْنَ الْبَحْرَيْنِ حَاجِزاً أَإِلَهٌ مَّعَ اللَّهِ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
61. Emmen ceale’l arda garârav-veceale [k]hilēlehē enhērav-vecealelehē ravēsiye veceale beynel bahreyni hâcizē. Eilēhum-meAllâh. Bel eks[peltek]eruhum lē yağlemûn.
61. (Onlar mı hayırlı) yoksa yeryüzünü oturmaya elverişli kılan, aralarından (yer altından ve üstünden) nehirler akıtan, arz için sabit dağlar yaratan, iki deniz arasına engel koyan mı? Allah’tan başka bir tanrı mı var! Doğrusu onların çoğu (hakikatleri) bilmiyorlar.

62. أَمَّن يُجِيبُ الْمُضْطَرَّ إِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَفَاء الْأَرْضِ أَإِلَهٌ مَّعَ اللَّهِ قَلِيلاً مَّا تَذَكَّرُونَ
62. Emmey-yucîbu’l mudtarra izē deâhu veyekşifu-sûe ve yec alukum [k]hulefē-el ard. Eilēhum-meAllâh. Galîlem-mē tezekkerûn.
62. (Onlar mı hayırlı) yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve (başındaki) sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hakimleri kılan mı? Allah’tan başka bir tanrı mı var! Ne kadar da kıt düşünüyorsunuz!

63. أَمَّن يَهْدِيكُمْ فِي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَن يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْراً بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِهِ أَإِلَهٌ مَّعَ اللَّهِ تَعَالَى اللَّهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ
63. Emmey-yehdîkum fî zulumētil berri ve’l bahri vemey-yursilur-riyâha büşram-beyne yedey rahmetih. Eilēhum-meAllâh. Tealellâhu ammē yüşrikûn.
63. (Onlar mı hayırlı) yoksa karanın ve denizin karanlıkları içinde size yolu bulduran, rahmetinin (yağmurun) önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderen mi? Allah’tan başka bir tanrı mı var! Allah, onların koştukları ortaklardan çok yücedir, münezzehtir.

64. أَمَّن يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ وَمَن يَرْزُقُكُم مِّنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ أَإِلَهٌ مَّعَ اللَّهِ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
64. Emmen yebdeul [k]halga s[peltek]ümme yuîduhû ve mey-yerzugukum mines-semēi vel ard. Eilēhüm-meAllâh. Gul hētû burhēneküm in küntüm sâdigîn.
64. (Onlar mı hayırlı) yoksa ilk baştan yaratan, sonra yaratmayı tekrar eden ve sizi hem gökten hem yerden rızıklandıran mı? Allah’tan başka bir tanrı mı var! De ki: Eğer doğru söylüyorsanız siz kesin delilinizi getirin!

65. قُل لَّا يَعْلَمُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ الْغَيْبَ إِلَّا اللَّهُ وَمَا يَشْعُرُونَ أَيَّانَ يُبْعَثُونَ
65. Gul lē yağlemu men fis-semēvēti vel ardil ğaybe illallâh. Vemē yeş urûne eyyâne yub as[peltek]ûn.
65. De ki: Göklerde ve yerde, Allah’tan başka kimse gaybı bilmez. Ve onlar ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.

66. بَلِ ادَّارَكَ عِلْمُهُمْ فِي الْآخِرَةِ بَلْ هُمْ فِي شَكٍّ مِّنْهَا بَلْ هُم مِّنْهَا عَمِونَ
66. Belid-dērake ilmuhum fil â[k]hirah. Bel hum fî şekkim-minhē. Bel hum amûn.
66. Hayır; onların ahiret hakkındaki bilgileri yetersiz kalmıştır. Dahası, bu hususta şüphe içindedirler. Bunun da ötesinde, onlar ahiretten yana kördürler.

67. وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَئِذَا كُنَّا تُرَاباً وَآبَاؤُنَا أَئِنَّا لَمُخْرَجُونَ
67. Ve gâlellezîne keferûû eizē künnē türâbev-ve ēbēēunēē einnē lemu[k]hracûn.
67. İnkârcılar dediler ki: Sahi, biz ve atalarımız, toprak olduktan sonra, gerçekten (diriltilip) çıkarılacak mıyız?

68. لَقَدْ وُعِدْنَا هَذَا نَحْنُ وَآبَاؤُنَا مِن قَبْلُ إِنْ هَذَا إِلَّا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ
68. Legad vuidnē hēzē nahnü ve ēbēēunē min gablu in hēzēē illēēesētîrul evvelîn.
68. Andolsun ki, bu tehdit bize yapıldığı gibi, daha önce atalarımıza da yapılmıştır. Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir.

69. قُلْ سِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَانظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِمِينَ
69. Gul sîrû fil ardi fenzurû keyfe kēne âgibetül mücrimîn.
69. De ki: Yeryüzünde gezin de, günahkârların âkıbeti nice oldu, görün!

70. وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلَا تَكُن فِي ضَيْقٍ مِّمَّا يَمْكُرُونَ
70. Ve lē tahzen aleyhim  ve lē tekun fî daygim-mimmē yemkurûn.
70. (Resûlüm!) Onların yüzünden tasalanma, kurmakta oldukları tuzaklardan ötürü sıkıntı duyma.

71. وَيَقُولُونَ مَتَى هَذَا الْوَعْدُ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
71. Veyegûlûne metē hēzel vağdü in küntüm sâdigîn.
71. Onlar: Eğer doğru sözlü iseniz (söyleyin bakalım) bu tehdit ne zaman gerçekleşecek? derler.

72. قُلْ عَسَى أَن يَكُونَ رَدِفَ لَكُم بَعْضُ الَّذِي تَسْتَعْجِلُونَ
72. Gul asēē ey-yekûne  radife leküm bağdüllezî testağcilûn.
72. De ki: Çabucak gelmesini istediğiniz şeyin (azabın) bir kısmı herhalde yakında başınıza gelecektir.

73. وَإِنَّ رَبَّكَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَشْكُرُونَ
73. Ve inne rabbeke lezû fad[z]lin alennēesi velēkinne eks[peltek]erahüm lē yeşkurûn.
73. Şüphesiz Rabbin, insanlara karşı lütuf sahibidir; fakat insanların çoğu şükretmezler.

74. وَإِنَّ رَبَّكَ لَيَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَ
74. Ve inne Rabbeke leyağlemu mē tukinnü sudûruhum ve mē yuğlinûn.
74. Rabbin elbette onların kalplerinin gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir.

75. وَمَا مِنْ غَائِبَةٍ فِي السَّمَاء وَالْأَرْضِ إِلَّا فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ
75. Ve mē min ğââibetin fis-semēēi vel ardi illē fî kitēbim-mubîn
75. Gökte ve yerde göze görünmeyen hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir kitapta (levhi mahfuzda) bulunmasın.

76. إِنَّ هَذَا الْقُرْآنَ يَقُصُّ عَلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ أَكْثَرَ الَّذِي هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ
76. İnne hēzel Kur’ââne yegussu alē benîî isrââîle eks[peltek]erallezî hum fîhi ya[k]htelifûn.
76. Doğrusu bu Kur’an, İsrailoğullarına, hakkında ihtilâf edegeldikleri şeylerin pek çoğunu anlatmaktadır.

77. وَإِنَّهُ لَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِّلْمُؤْمِنِينَ
77. Veinnehû lehudev-ve rahmetül-lil mu’minîn.
77. Ve o, müminler için gerçekten bir hidayet rehberi ve rahmettir.

78. إِنَّ رَبَّكَ يَقْضِي بَيْنَهُم بِحُكْمِهِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْعَلِيمُ
78. İnne Rabbeke yagdî beynehum bihukmih(î). Ve hüvel azîzül hakîm.
78. Rabbin, şüphesiz onlar arasında hükmünü verecektir. O, mutlak galiptir, her şeyi bilendir.

79. فَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ إِنَّكَ عَلَى الْحَقِّ الْمُبِينِ
79. Fetevekkel alellâh. İnneke alel haggil mübîn.
79. O halde sen Allah’a güvenip dayan. Çünkü sen, apaçık hakîkat üzeresin.

80. إِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتَى وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَاء إِذَا وَلَّوْا مُدْبِرِينَ
80. İnneke lē tüsmiul mevtē velē tüsmius-summed-duâe izē vellev mudbirîn.
80. Bil ki sen ölülere işittiremezsin, arkalarını dönüp giderlerken sağırlara da dâveti duyuramazsın.

81. وَمَا أَنتَ بِهَادِي الْعُمْيِ عَن ضَلَالَتِهِمْ إِن تُسْمِعُ إِلَّا مَن يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا فَهُم مُّسْلِمُونَ
81. Vemē ente bihēdil umyi an dalēletihim. İn tusmiu illē mey-yu’minu bi ēyētinē fehum muslimûn.
81. Sen körleri sapıklıklarından çevirip doğru yola getiremezsin. Ancak âyetlerimize inanıp da teslim olanlara duyurabilirsin.

82. وَإِذَا وَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ أَخْرَجْنَا لَهُمْ دَابَّةً مِّنَ الْأَرْضِ تُكَلِّمُهُمْ أَنَّ النَّاسَ كَانُوا بِآيَاتِنَا لَا يُوقِنُونَ
82. Ve izē vegaal gavlu aleyhim e[k]racnē lehum dâbbetem-minel ardi tükellimuhum ennenâse kēnû bi ēyētinē lē yûginûn.
82. O söz başlarına geldiği (kıyamet yaklaştığı) zaman, onlara yerden bir dâbbe (mahlûk) çıkarırız da, bu onlara insanların âyetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler.

83. وَيَوْمَ نَحْشُرُ مِن كُلِّ أُمَّةٍ فَوْجاً مِّمَّن يُكَذِّبُ بِآيَاتِنَا فَهُمْ يُوزَعُونَ
83. Ve yevme nahşuru min külli ümmetin fevcem-mimmey-yukezzibu ēyētinē fehum yûzeûn.
83. O gün, her ümmet içinden âyetlerimizi yalan sayanlardan bir cemaat toplarız da onlar toplu olarak (hesap yerine) sevkedilirler.

84. حَتَّى إِذَا جَاؤُوا قَالَ أَكَذَّبْتُم بِآيَاتِي وَلَمْ تُحِيطُوا بِهَا عِلْماً أَمَّاذَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Neml Suresi 84. Ayet: Hattē izēcēu gâle ekezzebtüm bi  ēyētî ve lem tuhîtû bihē ilmen emmēzē küntüm tağmelûn.
84. Nihayet, (hesap yerine) geldikleri zaman Allah buyurur: Siz benim âyetlerimi, ne olduğunu kavramadan yalan saydınız öyle mi? Değilse yaptığınız neydi?

85. وَوَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِم بِمَا ظَلَمُوا فَهُمْ لَا يَنطِقُونَ
Neml Suresi 85. Ayet: Ve vegaal gavlu aleyhim bimē zalemû fehum lē yentigûn.
85. Yaptıkları haksızlıktan ötürü, (azaba uğrayacaklarını bildiren) o söz gerçekleşmiştir; artık onlar konuşamazlar.

86. أَلَمْ يَرَوْا أَنَّا جَعَلْنَا اللَّيْلَ لِيَسْكُنُوا فِيهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِراً إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Neml Suresi 86. Ayet: Elem yerav ennē cealnel-leyle liyeskunû fîhî ven-nehâra mubsirâ(n). İnne fî zēlike leēyētil-ligavmiy-yu’minûn.
86. Dinlensinler diye geceyi (karanlık) ve (çalışsınlar diye) gündüzü aydınlık kıldığımızı görmediler mi? İman eden bir kavim için elbette bunda birçok ibretler vardır.

87. وَيَوْمَ يُنفَخُ فِي الصُّورِ فَفَزِعَ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَمَن فِي الْأَرْضِ إِلَّا مَن شَاء اللَّهُ وَكُلٌّ أَتَوْهُ دَاخِرِينَ
Neml Suresi 87. Ayet: Ve yevme yunfe[k]u fis-sûri fefezia men men fîs-semēvēti ve men fil ardi illē men şē Allâh. Ve küllün etevhu dē[k]hirîn.
87. Sûr’a üfürüldüğü gün, -Allah’ın diledikleri müstesna-, göklerde ve yerde bulunanlar hep dehşete kapılır. Hepsi boyunları bükük olarak O’na gelirler.

88. وَتَرَى الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِ صُنْعَ اللَّهِ الَّذِي أَتْقَنَ كُلَّ شَيْءٍ إِنَّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَفْعَلُونَ
Neml Suresi 88. Ayet: Ve teral cibēle tahsebuhē cēmidetev-ve hiye temuuru merras-sehâb. Sun Allâhillezî et ane külle şey(in). İnnehû [k]habîrum-bimē tef alûn.
88. Sen dağları görürsün de, onları yerinde durur sanırsın. Oysa onlar bulutların yürümesi gibi yürümektedirler. (Bu,) her şeyi sapasağlam yapan Allah’ın sanatıdır. Şüphesiz ki O, yaptıklarınızdan tamamıyla haberdardır.

89. مَن جَاء بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِّنْهَا وَهُم مِّن فَزَعٍ يَوْمَئِذٍ آمِنُونَ
Neml Suresi 89. Ayet: Men ceē bil haseneti felehû [k]hayrûm-minhē. Vehum min fezeiy-yevmeizin ēminûn.
89. Kim iyilikle (ilâhî huzura) gelirse, ona daha iyisi verilir. Ve onlar o gün korkudan emin kalırlar.

90. وَمَن جَاء بِالسَّيِّئَةِ فَكُبَّتْ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِ هَلْ تُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Neml Suresi 90. Ayet: Vemen cēe bis-seyyieti fekubbet vucûhuhum fin-nâr(i). Hel tüczevne illē mē küntüm tağmelûn.
90. (Rablerinin huzuruna) kötülükle gelen kimseler ise yüzükoyun cehenneme atılırlar. (Onlara) “Ancak yaptıklarınızın karşılığını görmektesiniz!” (denir).

91. إِنَّمَا أُمِرْتُ أَنْ أَعْبُدَ رَبَّ هَذِهِ الْبَلْدَةِ الَّذِي حَرَّمَهَا وَلَهُ كُلُّ شَيْءٍ وَأُمِرْتُ أَنْ أَكُونَ مِنَ الْمُسْلِمِينَ
Neml Suresi 91. Ayet: İnne mē umirtu en ağbude Rabbe hēzihil beldetillezî harramehē velehû külli şey(in). Ve umirtü en ekûne minel müslimîn.
91. (De ki:) Ben ancak, bu şehrin (Mekke’nin) Rabbine -ki O burayı dokunulmaz kılmıştır- kulluk etmekle emrolundum. Her şey de zaten O’na aittir. Bana müslümanlardan olmam ” emredildi.

92. وَأَنْ أَتْلُوَ الْقُرْآنَ فَمَنِ اهْتَدَى فَإِنَّمَا يَهْتَدِي لِنَفْسِهِ وَمَن ضَلَّ فَقُلْ إِنَّمَا أَنَا مِنَ الْمُنذِرِينَ
Neml Suresi 92. Ayet: Ve en etluvel gur’ēn(e). Femenihtedē feinnemē yehtedî linefsih(î). Ve men dalle fegul innemē ene minel munzirîn.
92. “Ve Kur’an’ı okumam (emredildi). Artık kim doğru yola gelirse, yalnız kendisi için gelmiş olur; kim de saparsa ona de ki: Ben sadece uyarıcılardanım.

93. وَقُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ سَيُرِيكُمْ آيَاتِهِ فَتَعْرِفُونَهَا وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ 

Neml Suresi 93. Ayet: Ve gulil hamdu lillēhi seyurîkum ēyētihî fetağrifûnehē. Vemē Rabbuke biğâfilin ammē tağmelûn.
93. Ve şöyle de: Hamd Allah’a mahsustur. O, âyetlerini size gösterecek, siz de onları görüp tanıyacaksınız (ama artık faydası olmayacaktır). Rabbin, yaptıklarınızdan habersiz değildir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Lütfen reklam engelleyiciyi devre dışı bırakarak bizi desteklemeyi düşünün