BiyografiOsmanlı Tarihi

Yıldırım Bayezid (1360-1403) Kimdir? Kısaca Hayatı

Yıldırım Bayezid kimdir, kısaca hayatı? 4. Osmanlı Padişahı I. Beyazid (Yıldırım) Han Doğumu 1360 Ölümü 8 Mart 1403 Saltanatı 1389 - 1403

Yıldırım Bayezid kimdir, kısaca hayatı? 4. Osmanlı Padişahı I. Beyazid (Yıldırım) Kısaca Hayatı ve Biyografisi. Yıldırım Bayezid, İstanbul’u kaç kez kuşattı? Yıldırım Bayezid kaç yaşında ve nasıl öldü? İşte I. Bayezid Dönemi ve Hakkında genel, ayrıntılı Bilgiler…

Yıldırım Bayezid Kimdir?

I. Bayezid tahta çıktıktan hemen sonra Anadolu’ya yöneldi. Dulkadiroğulları ve Ramazanoğulları dışındaki Tüm Anadolu Beylikleri’ni siyasi egemenliğine aldı. Böylece Anadolu Türk siyasi birliği büyük oranda ilk defa sağlandı. Yıldırım Bayezid İstanbul’u dört defa kuşattı; ancak başarılı olmadı. Bu kuşatmaları etkili hale getirmek için Güzelce Hisarı (Anadolu Hisarı) yapıldı.

I. Bayezid (Yıldırım) cenk meydanında hükümdarlığa geçirilen tek Osmanlı hükümdarı olarak tarihe geçmiştir.

  • Yıldırım Bayezid İstanbul’u kuşatan ilk Osmanlı padişahıdır.

Osmanlı Sultanlarının dördüncüsü Yıldırım Bayezid Han, Sultan Murad-ı Hüdavendigar’ın oğlu olup, 1360 yılında Edirne’de doğdu. Annesi Gülçiçek Hanım’dır.

Babası: Murad Hüdavendigar Annesi: Gülçiçek Hatun Doğumu: 1360 Ölümü: 8 Mart 1403 Saltanatı: 1389 – 1403

Çocukları Kimdir?

Musa Çelebi, Süleyman Çelebi, Mustafa Çelebi, İsa Çelebi, Mehmet Çelebi, Ertuğrul Çelebi, Kasım Çelebi ve Fatma Sultan adında sekiz çocuk sahibi idi.

Kardeşleri Kimdir?

Yakub Çelebi, Nefise Hatun, Savcı Bey, Sultan Hatun, Özer Hatun, Gündüz Bey, Yakub Bey, Yahşi Bey, Hundi Hatun, İbrahim Bey

Yıldırım Bayezid Kısaca Hayatı

Yıldırım Bayezid yuvarlak yüzlü, beyaz tenli, koç burunlu, ela gözlü, kumral saçlı, sık sakallı ve geniş omuzluydu.

Yıldırım Beyazıd
Yıldırım Beyazıd

Küçük yaştan itibaren zamanın seçkin âlimlerinden ilim öğrendi. Değerli kumandanlardan askerlik, sevk ve idare derslerini gördü. 1381 yılında devlet idaresinde yetişmesi için Kütahya’ya vali tayin edildi.

1389’da haçlı ordusu ile yapılan Birinci Kosova savaşına katılarak büyük kahramanlık gösterdi. Babası Sultan Murat, bu savaş sonunda bir Sırplı tarafından şehit edilince, devlet ileri gelenlerinin müşterek kararı ile Osmanlı tahtına geçti. Tahta çıktığında 29 yaşındaydı.

İlk olarak Sırbistan işlerini yoluna koyan Yıldırım Bayezid bu sırada kendisine karşı ittifak eden Anadolu Beylikleri üzerine yürüdü. Süratle hareket ederek Aydınoğulları, Saruhanoğulları, Germiyanoğulları, Menteşe ve Hamidoğulları beyliklerini ortadan kaldırdı (1390). Karamanoğulları beyliğini itaat altına aldı. Ardından ihmal edilmiş bulunan Balkanlara yöneldi.

Yıldırım Bayezid 1391’de Bizanslılardan Şile’yi aldı. İstanbul’u yedi ay muhasara etti ve yedi aylık bir kuşatmadan sonra şehirde bir Türk Mahallesi kurulması, bir cami yapılması ve yıllık verginin artırılması şartıyla anlaşma yaptı. Tuna nehrini geçerek Romanya’yı Osmanlılara tâbi kıldı.

1392’de Silivri ve Selânik Osmanlılara katıldı aynı yıl Kastamonu üzerine yürüyerek, Candaroğlu topraklarını ele geçirdi. 1394’te Selanik ve Yenişehir’i (Mora) alan Osmanlı orduları, Teselya’ya ilerlediler. 1393’de Bulgaristan tamamen fethedildi. Arnavutluk ve çevresi de Osmanlı topraklarına katıldı.

Yıldırım Beyazıt’ın 1395’te İstanbul’u ikinci defa muhasarası yeni bir haçlı ordusunun hareketine yol açtı. Bütün Avrupa milletlerinden meydana gelen haçlılar, Osmanlılara ait Niğbolu kalesini kuşatmışlardı. Yıldırım Bayezid de ordusu ile Niğbolu kalesi önlerine kadar geldi. Bir gece Yıldırım Bayezid, tek başına atına binerek düşman saflarını yardı.

Niğbolu kalesinin duvarları dibine yanaşarak bir elini kale duvarına dayadı ve : “Bire Doğan!” diye seslendi. Bu sesi tanıyan Niğbolu kalesi kumandanı Doğan Bey de yukarıdan : “Ne var, şevketlüm!” diye sordu.

Padişah : “Ordumla birlikte geldim. Sakın kaleyi teslim etmeyesin!” emrini verdikten sonra atını sürerek gece karanlığında bir yıldırım gibi karargâha döndü.

En önemli zaferi Niğbolu Zaferi’dir

Yıldırım Bayezid kazanmış olduğu zaferlerin en mühimlerinden birisi  25 Eylül 1396 senesinde, tek başına Müslüman Türk milletinin, bütün bir Hıristiyan Avrupa Devletlerine karşı kazanılmış ve tarihin en büyük zaferlerinden birisi olan Niğbolu zaferi idi.

Bu, şanlı zaferin neticeleri de çok büyük olmuştur. Bu zafer, Osmanlı Türk Devletinin, doğu İslâm âleminde de tanınmasına sebep oldu Mısır’daki Abbasi Halifesi (Birinci Mütevekkil) Yıldırım Bayezid’e tebrik için gönderdiği mektubunda, Türk Padişahına: “Sultan-ı İklim-i Rum” unvanı ile hitabetti.

Esir edilen ve fidye karşılığı serbest bırakıldıktan sonra padişaha karşı bir daha savaşmamaya yemin eden Avrupalı asilzadeler ve şövalyelere Yıldırım Bayezid Han şöyle diyordu:

Ettiğiniz yeminleri size iade ediyorum. Gidiniz, yeniden ordular toplayınız ve bizim üzerimize geliniz. Bana bir kere daha zafer kazanmak imkânı sağlamış olursunuz. Zira ben, Allahü Teâlâ’nın dinini yaymak ve O’nun rızasına kavuşmak için dünyaya gelmişim.”




Bu zaferden sonra Müslüman coğrafyada ‘Sultan’ olarak anılmaya başlanmıştır. Bu tarihten sonra İran, Irak gibi karışıklık içinde bulunan coğrafyalardan Anadolu topraklarına, Sultan Bayezid’in idaresine girmek üzere önemli ölçüde göçler başlamıştır.

Niğbolu zaferinden sonra Osmanlı akıncıları Macaristan içlerine kadar girerek pek çok ganimetlerle döndüler. 1397’de İstanbul’u üçüncü defa kuşatan Bayezid, Bizans’ın denizle bağlantısını kesmek için Anadolu Hisarı’nı inşa ettirdi.

Türklerin Yunanistan’ı almaları

Salona Piskoposu, Padişahı bizzat davet ederek halkın zulümden kurtarılmasını rica etmiş bunun üzerine Yıldırım Bayezid, Bizanslılardan Silivri, Mora ve Attika’yı kurtarmıştır. Türklerin Yunanistan’ı almaları böyle olmuştur.

Yıldırım Lakabı

Girdiği savaşlarda göstermiş olduğu cesaretten dolayı 1397’de ona Yıldırım lakabı verilmişti.

Niğbolu Savaşı’ndan sonra Yıldırım İstanbul’u 3. kez kuşattı. Hatta Bizansa gelebilecek yardımları kesmek için Anadolu Hisar’ını yaptırmıştır.

Üç defa İstanbul’u kuşatmasına rağmen hem Batıdan hem Doğudan gelen tehditler, diğer taraftan İstanbul kalelerini aşacak teknik yetersizlikler ve yabancı danışmanlarının etkisi, onu bu emeline kavuşmaktan mahrum bırakmıştır.

1399’da Anadolu’ya dönen Yıldırım Bayezid, Karaman ve Kadı Burhaneddin topraklarını ilhak ederek Toroslardan Tuna’ya kadar uzanan merkezi bir imparatorluk kurmuştu.

Onun idaresi zamanında devşirme sistemi tekrar canlandırılmış ve Hıristiyan gençleri sadece bir asker olarak değil aynı zamanda bir Osmanlı ve idareci olarak da yetiştirilmeye başlanmıştır. Merkezi hazinenin genişletilmesi, teşkilatlanma alanlarında önemli bürokratik yenilikler bu devire ait gelişmelerdir. Tahrir sistemine ait en eski kayıtlar bu döneme aittir. Ulemanın tasarrufundaki pek çok vakıf malı bu dönemde devlet erkine devredilmiş, idarede kul sistemi geniş ölçüde uygulanmaya başlamıştır. Hatta eski kayıtlarda, Bayezid’in, görevlerini suiistimal eden kadıları çok şiddetli bir biçimde cezalandırdığına dair kayıtlar da bulunmaktadır.

Askeri dehası ve İdareciliği

Sultan Yıldırım Beyazıt, iyi bir idareci ve askerdir. Çevik, atılgan, cesur, zamanın hadiselerini kavramış iyi bir kumandandı.

Ani olaylar karşısında soğukkanlılığını muhafaza ederek karar verir ve ordusunu süratle istediği yere sevk ederdi.

Adaleti çok meşhurdu. Âlimlerin sohbetinde bulunur, onların Allahü Teâlâ’nın emir ve yasaklarını bildiren sözlerini gönülden kabul ederdi. Evliyaya çok hürmette bulunurdu.

Silsile-i Sâdât-ı Nakşıbendiyye’den Hâce Bahaüddin Şah-ı Nakşıbend (k.s.) Hazretleri, Hâce Alâüddin Attar (k.s.) Hazretleri, Allame Saadeddin Teftazâni, Şerh-i Mekâsıd Müellifi Kemaleddin Hocendi, Hayatü’I – Hayvan isimli eserin sahibi Kemaleddin Muhammed Demiri, Hoca Hafız Şirâzi ve Kadı İbn-i Haldun Yıldırım Bayezid devrinde vefat eden büyük zatlardır.

Osmanlı topraklarının her tarafında cami, mescit, darüşşifa, medrese, imaret ve misafirhaneler yaptırdı. Ayrıca bütün bu imarethaneler için geniş vakıflar kurdurdu. Bursa’daki Ulucami yaptığı en önemli eseridir.

ulu_camii_resim_0454
Bursa Ulu Camii

Yıldırım Beyazid ve Şahitliği

Yıldırım Beyazıt’ın bir mahkemede şahitlik etmesi gerekiyordu. Padişah mahkemeye geldi ve herkes gibi o da ellerini önünde bağlayarak ayakta bekledi. Devrin Bursa kadısı Molla Şemsüddin Feranî, dik dik Padişah’ı süzdükten sonra şu hükmü verdi: “Senin şahitliğin geçersizdir. Zira, sen namazlarını cemaatle kılmıyorsun. Elinde imkân bulunduğu halde namazlarını cemaatle kılmayan biri, yalancı şahitlik edebilir demektir.

Bu yüzden itham karşısında herkes Yıldırım Beyazıt’ın hiddetlenmesini bekliyordu. Fakat o boynunu büküp mahkemeyi terk etti. Bu olaydan sonra sarayın yanı başına bir cami yaptırdı. Namazlarını cemaatle kılmaya başladı.

Beyazid ve Timur Hikayesi

Bu arada Orta Asya ve İran’a uzanan güçlü bir imparatorluk kurmuş bulunan Timur (1335-1405); Anadolu topraklarına girmeden önce Çağatay, Harzemşah ve İlhanlı gibi hanedanların son varislerini de ortadan kaldırmış bulunmaktaydı. Bu nedenle kendisi bu hanedanların doğal varisi olarak görmekteydi. 1400 yılına gelindiğinde ise Anadolu topraklarına yönelerek Kadı Burhaneddin Devleti’nin başkenti olan Sivas’ı ele geçirdi. Bunu gören Türkmen Beyleri derhal Timur’un tarafına geçerek onun yanında yer aldılar. Aynı zamanda onu Osmanlı sultanına karşı kışkırttılar.yildirim-beyazid_timur

Timur’dan kaçan Karakoyunlu ve Cezayir beyleri de Yıldırım Beyazıt’ı Timur’a karşı tahrik ediyorlardı.

Sultan Bayezid ve Timur’un karşılaşması kaçınılmazdı. Türk dünyasının lideri olma iddiasındaki bu iki büyük hükümdar her ne kadar birbirlerinden farklı hedeflere sahip olsalar da birbirleri ile mücadele etmeye mecbur kalmışlardı.

Bu tahrikler iki büyük Türk hakanını 27 Ağustos 1402’de (Rivayete göre ulemadan cevazına dair fetva alınmadan) Ankara’da karşı karşıya getirdi. Çubuk ovasında yapılan ve çok şiddetli geçen muharebe sonunda Osmanlı ordusu, mağlubiyete uğrarken, Yıldırım Beyazıt da esir düştü (28 Temmuz 1402).

Sürgün edilmesi ve Ölümü

İki oğlu, Şehzade Musa ve Mustafa ile birlikte Akşehir’e sürgüne gönderildi.  Esaret zilletini çekemeyen Fatih’in dedesi Yıldırım Beyazıt Han yedi ay sonra kederinden ve nefes darlığından 8 Mart 1403 tarihinde, 49 yaşındayken Akşehir’de tam olarak nedeni bilinmeyen bir şekilde vefat etmiştir.

Ölüm Nedeni Hakkında İddialar

Ölüm nedeni olarak Timur tarihini yazarı İbn-i Arabşah, Yıldırım Bâyezid’in şiddetli sıtma, nefes darlığı ve esaretten dolayı kederinden kaynaklanan çeşitli hastalıkların bir araya gelmesinden vefat ettiğini belirtmiştir.

Bazı tarihçilerin iddialarına göre ise Yıldırım Bâyezid’in öldürüldüğü veya intihar ettiği yönünde, Timur’un hekimlerinin zehir içirdiğini veya kendi kendisine zehir içtiğini söylemeleridir.

Bu iddialara karşı Osmanlı tarihinin önemli tarihçileri Âli ve Hoca Sa’deddin Efendi, bu rivayetlerin asılsız ve iftira, yalan olduğunu açıklamışlardır.

Diğer Bir Rivayete göre;

Cenazesi oğlu Çelebi tarafından Bursa’ya getirilerek, kendi türbesine defnedildi. Allah rahmet eylesin.

Timur Han ölüm haberini alınca: “Yazık oldu, büyük bir mücahidi kaybettik.” demekten kendini alamadı.



Şehzade Yakub’un Öldürülmesi

Bayezid, devlet erkanının tavsiye ve telkini üzerine cenk meydanında hükümdar ilan edilmişti. Bayezid’in alelacele hükümdar ilan edilmesine sebep olan gerekçeler şehzade Yakub’un ölümü için de yeterliydi. Bayezid, kardeşi Yakub’un boğdurulması emrini de yıldırım hızıyla uygulayarak bir anlamda dosta düşmana göz dağı vermiş oluyordu. Elbette bu karar Gazileri fevkalade üzdü. Bu vakanın hüznü Aşıkpaşazade’de “Ol gece askere izdırab düştü” şeklinde ifade edilmiştir.

Yakub, ağabeyi gibi Kosova savaşında vazifeliydi. Savaş nihayete erdiğinde henüz yorgunluğunu atamadan babası tarafından çağırıldığı söylenerek Murad Gazi’nin çadırına götürüldü. Kendisini burada bekleyen cellatlar tarafından kanı akıtılmadan boğularak öldürüldü. Yakub’un öldürülmesi Bayezid’e karşı duyulan korkuları beslediği gibi kendisine buğz edilmesine de sebep olmuştur.

Sivas Seferi ve Sivas’ın Fethi (1398)

Kadı Burhaneddin daha önce Bayezid ile iki kez karşı karşıya gelmiş, iki cenkte de Bayezid’i mağlup etmeyi başarmıştı. Bayezid, Anadolu beylikleri ile giriştiği mücadeleleri yarım bırakmak zorunda kalıp Balkanlara geçmişti. Bayezid Balkan seferlerinden dönüp Karamanoğulları ile meşgul olurken Kadı Burhaneddin, isyan eden yeğenini yakalamaya uğraşıyordu. Yeğeni Şeyh Müeyyed, Akkoyunlu Devletine sığındı. Bu husumet sebebiyle Kadı Burhaneddin ile Akkoyunlu devleti arasında savaş meydana gedi ve bu savaşta Kadı Burhaneddin savaş meydanında öldürüldü.

Kadı Burhaneddin’in ülkesi, hükümdarlarının öldüğü haberini alınca şehri alması için Bayezid’e elçi gönderdiler. Bunun üzerine Bayezid ordusu ile birlikte gelerek şehri ilhak etti. Buraya oğlu Emir Süleyman’ı bıraktı ve yeni fetihler için yola çıktı.

Bayezid’in fetih güzergahında Memlük Devletine bağlı Elbistan, Malatya, Behisni, Kahta ve Divriği vilayetleri bulunuyordu. Bu vilayetler Memlük Devletinin uç beylikleri durumundaydı. Memlüklüler bu beyliklerin savunması için bir aksiyon alamıyordu ve fetihleri sulh yolu ile yapılmıştı. Ancak Murad Gazi döneminden beri Memlüklüler ile geliştirilen iyi ilişkiler sona ermiş oldu. Osmanlılar ile Memlüklülerin aralarının açılması elbette Anadolu’yu garaz edinen Timur’un işine yaradı.


Timur ve Sivas Kalesi Vakası (1400)

Timur’un Sivas kalesini almak üzere yaptığı kuşatma ve kalenin teslim oluşu sonrası yaşananlar bir takım yanılgılar ve söylenceler üzerinden mülahaza edile gelmiştir. Bu meseleyi rasyonel bir bakış açısıyla değerlendirmek ve tarihe doğru kanaatler ile not düşmek gerekmektedir.

Bilindiği üzere Timur, Bayezid ile giriştiği mücadeleler neticesinde Anadolu’nun hakimiyeti garazı ile karşı karşıya gelmiş, Ankara Savaşında iki Türk Devletinin çarpışması ile Osmanlı 51 yıl boyunca bağımsızlığını kaybederek İlhanlı hükümdarlığının tahakkümü altına girmiştir. Bu vakanın ilk merhalesi olan Erzincan ve Sivas meseleleri anlayabilmemiz için Türk Tarihine bakış açımızı tazelememiz elzemdir.

Osmanlı tarihi, Timur vakasını Osmanlı lehine yorumlamış, bu bakış açısı ile vakanın gerçekçiliğinden uzaklaşılmıştır. Bunun bir sebebi de bu vakanın Osmanlı kroniklerinde ve literatüründe kesin ifadelerle belirtilmemiş olmasıdır. Kesin ifadeler ve tartışmasız bulgular mevzu bahis olmadığı için bu muğlaklık halk söylenceleri ile doldurulmuş ve vahim bir yanılgı tarihi bir vakaymışçasına bir takım çevrelerce benimsenmiştir.

İddia şudur ki; Timur, Sivas Kalesini kuşattığında kale kuvvetli bir direniş göstermiş, nihayetinde kale kumandanı Malkoçoğlu Mustafa Bey daha fazla direnemeyerek kan akıtılmaması şartıyla kaleyi teslim etmeyi kabul etmiştir. Ancak Timur, kaleyi teslim aldıktan sonra tüm Malkoçoğlu Mustafa Bey’i, Osmanlı askerlerini ve boyunlarında Kuran asılı olan çocukları fillerin ayaklarının altında ezerek katleder.




Bu afaki iddianın kaynağı, Osmanlı Seyyahı Evliya Çelebi’nin Sivas seyahatinde halktan dinlediği, söylenceleri kaleme aldığı Seyahatname adlı eserinin 155. sayfasındaki ifadelerdir. Söz konusu iddiayı hakikat addedenler, Seyahatname’de belirtilmeyen bir söylenceyi de iddialarına ekleyerek 70 Bin gibi bir rakam telaffuz ederler.

Açıkça anlaşılacağı üzere söz konusu kaynaklar bir zabıt, kayıt ya da hatırat değil doğrudan halk nezdinde dilden dile anlatılan söylencelerden ibarettir ve vakanın yaşandığı tarihten 3 asır sonra sonra kaleme alınmıştır. İfadelerin gerçekçiliğine itibar etmek, halk arasında dilden dile gezen söylencelerin gerçeği ne denli yansıtacağı ile doğru orantılıdır.

Meselenin hakikatine gelecek olursak; Timur, Bayezid ile giriştiği mücadele neticesinde önce Erzincan’a gitmiş, kaleyi sulh ile teslim aldıktan sonra Sivas’a yönelmiştir. Sivas kalesi gerçekten fevkalade bir direniş göstererek mukim surları ile Timur’a geçit vermemiştir. Malkoçoğlu Mustafa Bey’in kan dökülmemesi karşılığında teslim olmaya razı olması da yine kroniklerde açıkça belirtilmektedir. Ancak hakikat şudur ki; Timur kaleyi teslim aldıktan sonra kalenin savunmasında vazifeli askerlerin içerisinde Ermeni kuvvetlerinin bulunduğunu müşahede etmiştir. Bu kuvvetler daha önce zapt ettiği Erzincan kalesi çevresinde yağma hareketleri yürütmüştü. Timur, hem aleyhinde yapılan bu eylemlerin müsebbibi olmaları hasebiyle Ermeni kuvvetlere, hem de gayrimüslimlerle iş tutmuş olmaları hasebiyle Mustafa Bey’e hiddetlenmiştir. Belli ki kale alınmadan evvel bu durumdan haberdar değildi ve anlaşmayı bu sebeple kabul etmekte beis görmedi. Kaleye girdikten sonra ise durumu fark etti ancak kan dökmemeye söz vermiş bulunduğu için kendince sözünü çiğnemeden hükmünü vererek canlı vaziyette gömülmelerini emretti.

Buradan anlaşılacağı üzere Timur, sivilleri değil doğrudan kale kumandanı Mustafa Bey ve emrindeki askerler hakkında hüküm vermiştir. Bu hükme katliam arzusu ile yapılmış bir hareket olarak bakamayız. Zira öldürülmeleri emrini vermesinin iki temel sebebi vardır bu ve sebepler Timur’un kalede vazifeli Ermeni askerlerini fark etmesinden sonra ortaya çıkmıştır. Birinci sebep Osmanlı’nın Ermeni kuvvetlerle birlikte hareket ediyor olmasıdır. İtikadı konularda kendisini haklı addetmesi durumunda kendi sınırlarını kendi belirleyen Timur, Mustafa Bey’in gayrimüslimlerden medet ummalarına hiddetlenmiştir. İkinci sebep ise Ermenilerin daha evvel Erzincan dolaylarına giriştikleri yağma ve vur-kaç eylemleridir. Zira bu vaka kalenin fethinden ayrı bir vakadır.

Timur’un eylemlerini yorumlarken kendisinin kültürel ve siyasi arka planını da doğru yorumlamak gerekir. Timur, kendisini İlhanlı Devletinin devamı addetmekte ve Cengiz Han’ın Devletini yüceltme misyonunu üstlenmekteydi. Bu misyonunu İslam’ın gaza ideolojisi ile birleştirmiş, her ne kadar itikadı olarak kuvvetli bir inanca sahip olsa da giriştiği savaşlarda Moğol ruhu ve acımasızlığı kendini hissettirmiştir.




Sivas Kalesi vakasında Timur’un eylemlerini canice ve gaddarca addetmek yanlış olacaktır. Zira söylencelerde mübalağa edildiği gibi siviller katledilmemiş, doğrudan kale kumandanı ve Ermeni askerler Timur’un gazabına uğramışlardır. Timur’un gerek Anadolu’ya girmeden önceki gerekse Sivas Kalesi vakasından sonraki eylemlerinde siviller üzerinde herhangi bir eyleme tevessül etmediğini de göz önüne alacak olursak Sivas Vakasının tarihsel gerçekler ışığındaki çıkarımı özetle şudur; Bu eylem, çağın askeri teamüllere göre şiddetli ve acımasızca bir cezalandırmadır.

Beyazid Dönemi Önemli Olaylar 

1)- Niğbolu Savaşı(1396),

2)- Anadolu’da Türk Birliğinin Sağlanması,

3)- İstanbul Kuşatmaları,

4)- Ankara Savaşı

Osmanlı – Bizans Anlaşması

Osmanlı sultanı I. Mehmet’in Bizans İmparatorluğu’yla yaptığı bir antlaşmadır.

Anlaşmaya Göre Yıldırım Beyazıt, Bizans ile anlaşma imzalayarak 4. kuşatmayı kaldırmıştır.

Yıldırım Bayezid, Ankara Savaşı’nda Timur’a yenilerek esir düştüğünde oğlu Mustafa Çelebi de beraberinde Semerkand’a götürülmüştü. Timur ölünce Mustafa Çelebi serbest kaldı ve Anadolu’ya geri döndü. O sırada Fetret devri bitmiş, Yıldırım Bayezid’in diğer oğlu Mehmet Çelebi Osmanlı Devleti’nin başına geçmişti. Mustafa Çelebi tahta geçmek isteyince taraftarlar arasında savaş çıktı (Düzmece Mustafa İsyanı). Mustafa Çelebi kardeşi Mehmet Çelebi’ye yenilerek Bizans İmparatorluğu’na sığındı. Mehmet Çelebi, Bizanslılarla bir antlaşma yaptı.

Bu antlaşmanın bazı şartları şunlardı:

  • Istanbul’da bir Türk Mahallesi kurulacak ve Camii Yapılacak
  • Türkler Ticaret amacıyla rahatça Istanbul’a girebilecek
  • Istanbul’da Türklerin davalarına bakmak için Kadı bulundurulacak.
  • Bizans, Osmanlı Devletine Vergi verecek.
  • Bizanslılar Mustafa Çelebi’yi tutsak tutmaya devam edecekler.
  • Osmanlılar buna karşılık Bizanslılara her yıl 100.000 akçe ödeyeceklerdi.




Nukteler.com Facebook’ta!

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Lütfen reklam engelleyiciyi devre dışı bırakarak bizi desteklemeyi düşünün