İslam

Peygamberimiz Doğduğunda Gerçekleşen Mucizeler

Âlemlere rahmet sevgili Peygamberimiz Doğduğunda Gerçekleşen Mucizeler, doğduğu gece olağanüstü olaylar. Risale-i Nurdan Mu'cizat-ı Ahmediye bölümü

Âlemlere rahmet sevgili Peygamberimiz Doğduğunda Gerçekleşen Mucizeler, doğduğu gece olağanüstü olaylar. Risale-i Nurdan Mu’cizat-ı Ahmediye bölümü

İslam Peygamberi Hz. Muhammed (S.A.V.) ne zaman doğdu? Hz. Muhammed doğum tarihi nedir, doğum günü ne zaman? Hz. Muhammed doğduğunda gerçekleşen mucizeler nelerdir?

Peygamberimiz ne zaman doğdu?

Rebiülevvel ayının 12. gecesinde, pazartesi gecesi sabaha yakın bir saatte Peygamber efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v) Mekke- i Mükerreme’de dünyaya gelmiştir.

Hz. Muhammed (S.A.V.) Mekke’de doğdu. 40 yaşında Peygamber oldu. 23 yıllık Peygamberlik hayatının 13 yılı Mekke’de, 10 yılı da Medine’de geçti. Medine’de 63 yaşında vefât etti. İslam dünyasının dini lideri Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V)’in doğumu ve doğduğunda gerçekleşen mucizevi hadiseler Müslümanlar tarafından merak edilmektedir.

Hicri 571 yılı Nisan ayının 20’sine rastlayan, Rebiulevvel ayının 12. Pazartesi gecesi, sabaha karşı Mekke-i Mükerreme’de dünyaya geldi. Her yıl Rebiulevvel ayının 12. gecesi Müslüman âleminin heyecanla kutladığı Mevlid Kandili idrak edilir.

Mevlid, doğum zamanı demektir. Mevlid Kandili diğer bir adıyla Mevlid-i Nebi, İslam dini Peygamberi ve tüm insanlara ilahi rahmet ve rehber olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın doğum gecesi anlamına gelir.

Peygamberimiz Doğduğunda Gerçekleşen Mucizeler

Peygamberimizin doğumu sırasında ve doğduktan sonra gerçekleşen mucizeler neler?

Âlemlere rahmet sevgili Peygamberimizin (S.A.V) doğduğu gün ve gece olağanüstü olaylar meydana gelmiştir. Bu olaylardan bazıları şöyledir:

PEYGAMBER EFENDİMİZ DOĞDUĞUNDA GERÇEKLEŞEN 7 MUCİZE

  1. İran hükümdarının Medâyin’deki Kisrâ Sarayı sallanmış ve on dört burç (14 Sütunu) çatırdayarak Yıkılmıştır
  2. Mecûsilerin (ateşe tapanların) İstahrabat’ta bin yıldır yanmakta olan tapındıkları ateş sönmüştür.
  3. Kâbe’de bulunan putların çoğu baş aşağı yere yıkılmıştır.
  4. Takdis Edilen Meşhur Sâve (Taberiyye) Gölü Bir Anda kurumuştur.
  5. Semâve Vadisi Taşan Seller Altında Kalıp, Suya Gark olmuştur.
  6. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm dünyaya geldiği gece ve geldikten sonraki gecesinde, yıldızların düşmesi çoğalmıştır.
  7. O gece Kâbe’nin yakınında bulunan dedesi Abdulmuttalib’in kulağına gelen bir ses; “Şu anda oğlun Abdullah’dan bir çocuk dünyaya geldi. Onun varlığı âlemlere rahmettir. Çocuğun adını Muhammed koy” denilmiştir.

Muhammed (s.a.s.), göbeği kesilmiş ve sünnet olmuş bir şekilde dünyaya gelmiştir. O gecenin sabahında Medine’de bir Yahudi halka seslenerek: “Bu gece Ahmed’in yıldızı doğmuştur” demiştir.

Yahudiler, ilimler ile O’nun doğacağı günü bile biliyorlardı. Ama Yahudi neslinden değil de Arap kavminden doğduğu için, aralarında “bu vallahi O’dur, son peygamberdir. Ama vallahi iman etmeyeceğim ona” diye konuştular.

* * *

Risale-i Nur’da Mu’cizat-ı Ahmediye

On Dokuzuncu Mektup /On Altıncı İşaret / Üçüncü Kısım

ÜÇÜNCÜ KISIM:

İrhasattan, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın velâdeti hengâmında vücuda gelen harikalardır ve hâdiselerdir. O hâdiseler, onun velâdetiyle alâkadar bir surette vücuda gelmiş.

Birincisi: Velâdet-i Nebevî gecesinde, hem annesi, hem annesinin yanında bulunan Osman ibni Âs’ın annesi, hem Abdurrahman ibni Avf’ın annesinin gördükleri azîm bir nurdur ki, üçü de demişler:

“Velâdeti ânında biz öyle bir nur gördük ki, o nur maşrık ve mağribi bize aydınlattırdı.”

(Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:466; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:750; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:311; Ahmedü’l-Bennâ es-Sâ’âtî, el-Fethü’r-Rabbânî, 20:2030.)

İkincisi:

O gece Kâbedeki sanemlerin çoğu baş aşağı düşmüş.

(Süyûtî, el-Hasâisü’l-Kübrâ, 1:119-131, 2:272; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 1:19.)

Üçüncüsü: Meşhur Kisrânın eyvânı (yani saray-ı meşhuresi) o gece sallanıp inşikak etmesi ve on dört şerefesinin düşmesidir.

(Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:750; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 1:126; Ebu Süyûtî, el-Hasâisü’l-Kübrâ, 1:128, 2:272.)

Dördüncüsü:

Sava’nın takdis edilen küçük denizinin o gecede yere batması

(Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:366; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:751; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 1:127; Ebu Süyûtî, el-Hasâisü’l-Kübrâ, 1:128.)

ve İstahrâbâd’da bin senedir daima iş’âl edilen, yanan ve sönmeyen, Mecusîlerin mâbud ittihaz ettikleri ateşin, velâdet gecesinde sönmesi.

(Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:367; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:751; Ali el-Kari el-Mekkî, el-Masnû’ fî Ma’rifeti’l-Hadîsi’l-Mevzû’ “el-Mevdûâtü’s-Suğrâ” (tahkik: Ebu Ğudde), s. 18.)

İşte şu üç dört hâdise işarettir ki, o yeni dünyaya gelen zât, ateşperestliği kaldıracak, Fars saltanatının sarayını parçalayacak, izn-i İlâhî ile olmayan şeylerin takdisini men edecektir.

Beşincisi:

Çendan velâdet gecesinde değil, fakat velâdete pek yakın olduğu cihetle, o hâdiseler de irhasat-ı Ahmediyedir ki (a.s.m.), Sûre-i اَلَمْ تَرَكَيْفَ ‘de (Fil Suresi) nass-ı kat’î ile beyan edilen Vak’a-i Fildir ki, Kâbe’yi tahrip etmek için, Ebrehe namında Habeş meliki gelip, fil-i Mahmudî namında cesîm bir fili öne sürüp gelmiş. Mekke’ye yakın olduğu vakit fil yürümemiş. Çare bulamamış, dönmüşler. Ebâbil kuşları onları mağlûp etmiş ve perişan etmiş, kaçmışlar. Bu kıssa-i acibe, tarih kitaplarında tafsilen meşhurdur. İşte şu hâdise, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın delâil-i nübüvvetindendir.

Çünkü velâdete pek yakın bir zamanda, kıblesi ve mevlidi ve sevgili vatanı olan Kâbe-i Mükerreme, gaybî ve harika bir surette, Ebrehe’nin tahribinden kurtulmuştur.

(İbni Hişâm, es-Siratü’n-Nebeviyye, 1:44-54; İbni Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, 1:90-92; Ebu Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, 1:144-151; İbni Kesîr, el-Bidâye, 2:157-160.)

Altıncısı:

Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, küçüklüğünde Halime-i Sa’diye’nin yanında iken, Halime ve Halime’nin zevcinin şehadetleriyle, güneşten rahatsız olmamak için, çok defa üstünde bir bulut parçasının ona gölge ettiğini görmüşler ve halka söylemişler ve o vakıa sıhhatle şöhret bulmuş.

(Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:368; el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:318; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:753.)

Hem, Şam tarafına on iki yaşında iken gittiği vakit, Bahîra-i Rahibin şehadetiyle, bir parça bulut Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın başına gölge ettiğini görmüş ve göstermiş.

(Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:308; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:631; Tirmizî, Menâkıb: 3 (Bed’i’n-Nübüvve); el-Mubârekforî, Tuhfetü’l-Ahvezî, no: 3699; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:615; İbni Hişâm, Siretü’n-Nebî, s. 115.)

Hem yine bi’setten evvel, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, bir defa Hatice-i Kübrâ’nın Meysere ismindeki hizmetkârıyla ticaretten geldiği zaman, Hatice-i Kübrâ, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın başında iki meleğin bulut tarzında gölge ettiklerini görmüş, kendi hizmetkârı olan Meysere’ye demiş. Meysere dahi Hatice-i Kübrâ’ya demiş: “Bütün seferimizde ben öyle görüyordum.”

(Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:368; el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:318; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:753; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 2:65.)

Yedincisi:

Nakl-i sahihle sabittir ki,

Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, bi’setten evvel bir ağacın altında oturdu. O yer kuru idi, birden yeşillendi. Ağacın dalları, onun başı üzerine eğilip kıvrılarak gölge yapmıştır.

(Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:368; el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:318; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:753.)

Sekizincisi: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ufak iken Ebu Talib’in evinde kalıyordu. Ebu Talib, çoluk ve çocuğu ile, onunla beraber yerlerse karınları doyardı. Ne vakit o zât yemekte bulunmazsa, tok olmuyorlardı. Şu hâdise hem meşhurdur, hem kat’îdir.

(Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:367; el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:315; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:751; Ebu Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, 1:166.)

Hem Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın küçüklüğünde ona bakan ve hizmet eden Ümmü Eymen demiş: “Hiçbir vakit Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm açlık ve susuzluktan şikâyet etmedi – ne küçüklüğünde ve ne de büyüklüğünde.”

(Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:368; el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:315; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:752; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 6:125.)

Dokuzuncusu:

Murdiası olan Halime-i Sa’diye’nin malında ve keçilerinin sütünde, kabilesinin hilâfına olarak çok bereketi ve ziyade olmasıdır. Bu vakıa hem meşhurdur, hem kat’îdir.

(Es-Sâ’âtî, el-Fethü’r-Rabbânî, 20:192-193; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:220-221; Ebu Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, 1:111-113; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 2:273; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:366; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:750; Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 3:313.)

Hem sinek onu tâciz etmezdi, onun cesed-i mübarekine ve libasına konmazdı.

(Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:368; el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:319; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:753; Şa’rânî, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, 1:109.)

Nasıl ki, evlâdından Seyyid Abdülkadir-i Geylânî (k.s.) dahi, ceddinden o hali irsiyet almıştı; sinek ona da konmazdı. (Nebhânî, Câmiu Kerâmâti’l-Evliyâ, 2:203.)

Onuncusu:

Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm dünyaya geldikten sonra, bahusus velâdet gecesinde, yıldızların düşmesinin çoğalmasıdır. (Kaynak: Mecmeu’z-Zevâid, 8:220; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, 1:111; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:366; Halebî, es-Sîretü’l-Halebiyye, 1:207, 208.) 

ki, şu hâdise, On Beşinci Sözde kat’iyen burhanlarıyla ispat ettiğimiz üzere, şu yıldızların sukutu, şeyâtin ve cinlerin gaybî haberlerden kesilmesine alâmet ve işarettir.

İşte, madem Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm vahiyle dünyaya çıktı; elbette yarım yamalak ve yalanlarla karışık, kâhinlerin ve gaibden haber verenlerin ve cinlerin ihbârâtına sed çekmek lâzımdır ki, vahye bir şüphe iras etmesinler ve vahye benzemesin.

Evet, bi’setten evvel kâhinlik çoktu. Kur’ân nâzil olduktan sonra onlara hâtime çekti. Hattâ çok kâhinler imana geldiler. Çünkü daha cinler taifesinden olan muhbirlerini bulamadılar. Demek Kur’ân hâtime çekmişti. İşte, eski zaman kâhinleri gibi, şimdi de medyumlar suretinde yine bir nevi kâhinlik, Avrupa’da, ispritizmacıların içlerinde baş göstermiş. Her ne ise…

Elhasıl:

Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın nübüvvetinden evvel nübüvvetini tasdik ettiren ve tasdik eden pek çok vakıalar, pek çok zâtlar zâhir olmuşlar.

Evet, dünyaya mânen reis olacak HAŞİYE ve dünyanın mânevî şeklini değiştirecek ve dünyayı âhirete mezraa yapacak ve dünyanın mahlûkatının kıymetlerini ilân edecek ve cin ve inse saadet-i ebediyeye yol gösterecek ve fâni cin ve insi idam-ı ebedîden kurtaracak ve dünyanın hikmet-i hilkatini ve tılsım-ı muğlâkını ve muammâsını açacak ve Hâlık-ı Kâinatın makàsıdını bilecek ve bildirecek ve o Hâlıkı tanıyıp umuma tanıttıracak bir zât, elbette o daha gelmeden herşey, her nevi, her taife onun geleceğini sevecek ve bekleyecek ve hüsn-ü istikbal edecek ve alkışlayacak ve Hâlıkı tarafından bildirilirse o da bildirecek. Nasıl ki, sabık işaretlerde ve misallerde gördük ki, herbir nev-i mahlûkat, onu hüsn-ü istikbal ediyor gibi mu’cizâtını gösteriyorlar, mu’cize lisanıyla nübüvvetini tasdik ediyorlar.

Haşiye

Evet, Sultan-ı Levlâke Levlâk, öyle bir reistir ki, bin üç yüz elli senedir saltanatı devam ediyor. Birinci asırdan sonra her bir asırda lâakal üç yüz elli milyon tebaası ve raiyeti vardır. Küre-i arzın yarısını bayrağı altına almış; ve tebaası kemâl-i teslimiyetle ona her gün salât ü selâmla tecdid-i biat ederek emirlerine itaat ederler.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Lütfen reklam engelleyiciyi devre dışı bırakarak bizi desteklemeyi düşünün